Bu IT işinde bu lafı o kadar çok duydum ki, artık midem bulandı diyebilirim. Sıklıkla, “Acil parantezine alalım da öyle konuşalım” dediğim duyulmuştur.
Acil ne demektir? TDK sözlük şöyle diyor:
Hemen yapılması gereken, ivedi, ivedili, evgin, müstacel.
Sanırım burada, “hemen yapılması gereken” anahtar ifade. Kelimenin kökünde bir de “acele” lafı saklanıyor ki, bu da bir diğer tehlike işareti.
Gerçek acil durumlar vardır. Mesela, hastanelerin acil servisi vardır. Kafan yarılır, parmağın kopar, damdan düşersin. Bu gibi durumlarda, gerçekten “hemen müdahale edilmesi” gerekir. Gidersin acil servise, kırtasiye azdır, dikerler, toplarlar, mümkün olanı yaparlar. Soruları sonra sorarlar.
IT işinde de böyledir. Gerçek acil durumlar vardır. Makina bozulmuştur. Program çökmüştür. Network gitmiştir. Alınacak tedbirler önceden alınmış olmasına rağmen, öngörülemeyen bir durum oluşmuştur ve zamanla beraber para kaybına sebep olmaktadır. İşte bu durum acildir. Bu durumda, insan akşam da çalışır, hafta sonu da, gecenin köründe de. Böyle durumlar için nöbet sistemleri icat edilir, çağrı cihazları taşınır.
Elbette duymaktan bıktığımız, hatta nefret ettiğimiz “acil” sözü, bu durumlardan kaynaklanmaz. Peki başka türlü “acil” nasıl oluşur? Cevap basit: Bir işi yeterince bekletirseniz veya önceliğini zamanında doğru belirleyip ilgili insanları bilgilendirmezseniz, o iş eninde sonunda “acil” kategorisine girer. Diğer bir durum da, kendi işini diğer bütün işlerden önemli görmek hastalığıdır ki, yeni mezundan genel müdüre kadar herkeste görülebilir bir hastalıktır.
Daha önce de bahsetmişimdir, MIT’de bir grup sekreterimiz vardı, Joanne Gregory. Odasında şöyle bir tabela vardır (geçen sene yanına uğradım, yerli yerinde duruyor):
Lack of planning on your part does not constitute an emergency on my part.
Yani, “sizin planlama eksikliğiniz, benim için acil durum oluşturmaz.”
Uğurunda ölünecek, hatta uğurunda yaşanacak bir laf bence.
Neden bu kadar şiddetli duygular besliyorum bu konuda? İşlerin doğru şekilde önceliklendirilmediği, her şeyin “acil” olarak yapıldığı bir yerde insanın başına neler gelir? Neler gelmez ki, sayalım:
- Her şey “acil” olursa, insanlar “salata barı” moduna geçerler. Yani esas gerekeni değil, kendi işlerine geleni yaparlar.
- Her şey “acil” olursa, yönetimin genel olarak bir anlamı kalmaz. Yönetimin esas işlerinden biri, işleri elemanlara düzenli bir şekilde yaptırmaktır. Durum böyleyken, her an “acil” ile uğraşıldığından, düzenleme, planlama yapmak mümkün olmaz.
- Her şey “acil” olursa, sürekli ve gereksiz bir stres ortamı oluşur. Çalışanlar gergin ve mutsuz olur.
Öte yandan, işi bunun öteki ucuna götürenler de vardır. Yani “acil”in varlığını, olduğu gibi reddedenler. Düşünün, kafanız yarılmış, kanlara gözünüzün içinden akıyor… Hastaneye gidiyorsunuz, adam diyor ki, “kafaları sadece Çarşambaları öğleden sonra dikiyoruz…” Yuh.
Öteki uca da gitmemek lazım. Acil durumların, iyi niyete ve planlamaya rağmen oluşabileceğini kabul etmek, bu durumlarda hızlı müdahale edebilmek lazım. Ama, planlı ve iyi niyetli davranmanın esas, acil durumların ise istisna olduğu durumu korumak için elden gelen her şey yapılmalı.
Diyeceksiniz nasıl? Örnek verelim, hem de Google’dan.
Google’da iken, biz “storage” ekibiydik. Disk kotası vermek bizim işimiz değildi, o ayrı bir ekibin işiydi. Ancak, disk kotası elbette ki planlanıp istenmesi gereken bir şeydir. Kotalara bakan ekip, acil iş yapmazdı. Nöbetçileri de yoktu bu sebepten. Gerçek acil durum oluşunca, ona biz, yani storage ekibinin nöbetçisi bakardı ve olayı hallederdi. (Durum genelde geçici olarak acil durum kotası vermekten ibaretti.) Ancak, eğer bizim nöbetçi işi çözmek zorunda kalırsa, duruma sebebiyet veren adamlardan bir “post mortem” yazmaları istenirdi. (“Post mortem” denen şey, anlam olarak “ölüm sonrası” demektir. Olay bittikten sonra olayın incelenerek sebeplerinin incelendiği, bir daha tekrar etmemesi için alınacak tedbirlerin yazıldığı bir dokümandır.) Yani, kural şuydu: Kota için acil duruma düşme. Düşersen, işini yine de hallederiz, ancak hesap verirsin. Vereceğin hesaba, bu nasıl olacak da tekrar olmayacak bilgisi de dahil olacak…
Her zaman, her yerde, “acil, acil” diye bağıranlar olacaktır. Kendimizi kaptırmamak, ayağımızı yere sağlam basmak, sapla samanı birbirinden ayırabilmek gerekiyor. Onlar “acil” diye bağırdıkça, “plan” diye bağırmak gerekiyor. Herkes kendi işini ittirirken, doğru olanı yapmak gerekiyor.
Diğer opsiyon ne? Kendini salmak, gelene ağam, gidene paşam demek. Bu yolu seçenler de var. Ancak o yoldan bir yere varılmıyor.
Doğru yoldan ilerlemek kolay değil. Hem işi bilmek, hem dayanıklı ve dirayetli olmak gerekiyor.
Yolunuzu seçin.
Tayyar der ki
“Lack of planning on your part does not constitute an emergency on my part.” hastası oldum bu sözün 🙂
emin der ki
:-)işte bu..