Yine bir “tutmayacak” yazıya başlıyorum. Tribünlere oynayamayacağım çünkü. Bir kez daha yazının kahramanıyla okuyucunun özdeşleşemeyeceği bir hikaye…
Canım, tutmazsa tutmasın.
İnsanın kendisini tanıması, öyle görünüyor ki, ömür boyu sürecek bir şey. Kendisini düzeltmesi, değiştirmesi daha da uzun sürecek bir şey. Tutarsız değil, belki ömrünün sonuna kadar kendini tanıyabilir (şimdi içimden belki bir gün bunun da mümkün olmadığını düşüneceğim, bunu okuyunca “eski kendi”me güleceğim diye düşünüyorum) ama ömrünün sonuna kadar kendini istediği şekle sokamaz diyorum.
İnsanın, kendisindeki en önemli, en kalın hatları bile öğrenmesi şaşırtıcı derecede uzun zaman alıyor.
35 yaşımda öğrendim en önemli meselelerden birini. Yazmıştım yazısını; kısaca benim mutlu olmak için, bana ihtiyacı olan insanlara ihtiyacım var. Yan etkisi de, birisi direkt olarak yardım isteğinde bulunursa, onu yapmadan duramıyorum falan… (Unutabilirim ayrı, ancak reddetmem çok zor.)
Üç sene sonra bir şeyi daha öğrendim. Bu sefer olumlu değil (hoş önceki ne kadar olumlu ayrı mesele) olumsuz bir mesele.
İnsanları yeterince dinlemiyorum.
Bu kadar mı? Eh, kısaca böyle özetleyebiliriz. Ama, olay biraz daha karmaşık. Mesela, insanları anlamıyor değilim. Anlıyorum. Durumları da, olayları da, fikirleri de hızlı anlıyorum ve hızlı analiz ediyorum. Vardığım sonuçlar da, genel olarak doğru ya da eldeki bilgilerle ulaşılabilecek en doğru sonuçlar… (İşte burası “hade lem” diyeceğiniz yer. Buyrun çekinmeyin, deyin; ancak durum bu.)
Ancak, bir işe yaramıyor.
Beni yakından tanıyan insanlar için, bu büyük bir problem değil. Elbette uzun vadede sıkıntı verebiliyor (her kelimeyi yanlış kullandığınızda düzelten bir adam düşünün mesela) ama bana külliyen “kıl” olmak için yeterli sebep oluşturmuyor. Affedilebilir, affedilemezse tolere edilebilir bir durum.
Yakından tanımayan insanlar için ise, durum biraz farklı. Lafının yarısını dinleyip, sonra sıkılıp, sonra doğrusunu anlatmaya falan çalışınca… Kıl olmayı çok kolaylaştırıyorum diyelim.
Google’da bir laf vardır, “haklıysan ukalalık değildir” diye. Maalesef çoğu yerde bu geçerli değil.
Ne yapmak gerek? İnsanları daha çok dinlemek. Diyeceklerini daha usturuplu, daha sakin anlatmak.
“Eh be kardeşim, neden bunu başından beri böyle yapmıyorsun?” diye düşünebilirsiniz. Zor. Çünkü bunu böyle yapmak için, bir noktada sonuca aldırmamak gerekiyor. Bir şeylerin hızlı ve doğru yapılmasını istememek gerekiyor. Bunlar benim için çok zor meseleler.
Peki şimdi ne değişti? Şunu öğrendim: Bu ittirip kaktırma, tez canlılık, “ukalalık” hiç bir işe yaramıyor. Çünkü, lafı anlattığın adam, onu anlayacak çapta olsa, zaten işin başından onu öyle yapıyor olacak. Onu anlayamayacak adama anlatmaya kalkmak, fayda vermediği gibi, bana zarar veriyor. Kendime hiç haberim olmayan düşmanlar ediniyorum.
Daha enteresan mesele şu: “Kıl ukala” mısın, yoksa “zeki vizyoner” misin farkı, sadece elinde tuttuğun güç ile ölçülüyor.
Dinlemenin faydası ne olacak? Evet, düşündükleri nihai olarak yanlış. Ama farketmez. Neden, nasıl öyle düşünüyorlar anlamak lazım. Onlara doğrusunu, o seviyeden anlatmaya çalışmak ancak faydalı olabilir. Onlar da, ezilmişlik yerine, ciddiye alınmışık hissi yaşarlar. Mutlu yarınlara doğru daha hızlı koşabiliriz belki.
Adam olur muyum böyle? Bilmiyorum… Göreceğiz.
noname der ki
hocam butun yazılarınızı okudum glb.. bir suredir yazmıyorsunuz.. belirtmeye gerek ar mı bilmiyorum ,yazılarınız cok akıcı ve tutarlı.. selamlar
melis s. der ki
baştaki “okuyucunun kendisiyle özdeşleştiremeyeceği ” varsayımı hariç tamamen katılıyorum. benim için rahatlatıcı bir yazı oldu, teşekkür ederim.
nurlan der ki
kendisini düzeltmesimi,kendini düzeltmesi mi?