Nerede bir ana-babaya mikrofon uzatsalar, televizyona çıkartsalar, sorulardan biri şu:
“Çocuğum bilgisayar karşısında çok zaman geçiriyor ne yapmalıyım?”
Muhtelif insanlar da cevap üretiyorlar buna. “Uzman” ya bunlar. “Günde şu kadar saatle sınırlayın”, “amanın şöyle tedbirler alın” falan filan…
Devir o kadar hızlı değişiyor ki, ne uzmanlar, ne yöneticiler, ne devletler yetişebiliyor hızına. “Dünyanın değişme süresi” diye bir süre tanımlayabilirsek eğer, bu git gide kısalıyor. Şu anda da epey kısalmış durumda bu.
Ne kadar kısaldı? Yirmi yıl önce Internet Türkiye’de yoktu. On beş yıl önce, kredi kartıyla ödeme yapabileceğiniz yer yok gibiydi. On yıl önce, hiç bir öğrencide laptop yoktu (dün sordum, hepsinde var). Sekiz yıl önce, LCD televizyon pek az insanda vardı. Beş sene önce hiç bir lokantada kafede Internet yoktu.
Liste uzar gider…
Bir kuşak 30 yıldır dersek… Aynı kuşağın içinde, dünya iki ya da üç kez değişiyor. Yakında dört ya da beş kez de değişecek.
İşte bu bir ya iki değişimi kaçıranlar ile, kaçırmayanlar arasında mesafe uçuruma yaklaştı.
Geride kalanlar, çocuklarının bilgisayar karşısında ne yaptığını anlamıyorlar hiç.
Anlaşılmayan nokta şu: O bilgisayar ekranı “tek bir şey” değil. “Sanal ortam” ya da “dijital dünya” dediğimiz şeyin kapısı. Ellerinizi klavyeye koyup, gözlerinizi de ekrana diktiğiniz zaman, bu dünyadan çıkıp, başka bir dünyaya giriyorsunuz. Matrix filminde olduğu kadar çarpıcı olup, direkt beyninize bağlanmasa da henüz, ses ve görüntü olarak sizi içine alıp götürüyor.
Mesela, ben de bu satırları yazarken ekran karşısındayım. Kod yazarken de ekran karşısındayım. Oyun oynarken de ekran karşısındayım. Film izlerken de ekran karşısındayım… Haber okurken de…
Tehlikeli mi? Sanmıyorum.
O ekran ve o klavye sadece bir araç, bir kapı. Kendiliğinden iyi ya da kötü bir şey değil, engellenmesi gereken bir şey de değil.
Çocuğunuz bilgisayar başında günde 49 saat geçiriyorsa ne yapmalısınız peki?
Bilgisayarda ne yaptığını anlamak zorundasınız. O aletin tuşlarına siz de basacaksınız. Çocuğunuzun gezdiği ortamları siz de tanıyacaksınız. Ezbere korkmak, yapabileceğiniz en kötü şeylerden biri. Mecradan korkmayın, icraatten korkun. Mesela çocuk ekran karşısına geçip, programlama öğreniyorsa, geleceğini hazırlıyor olabilir. Arkadaşlarıyla konuşuyorsa, sosyal aktivite içinde olabilir. (Chat dediğiniz şey, konuşmaktan daha etkili olabiliyor iletişimde…) Ya da oyun oynuyor olabilir. Wikipedia’da bir şeyler okuyup bilgisini genişletiyor olabilir. Porno sitelerde geziniyor da olabilir. Ama muhtemelen bunların bir karışımını yapıyordur. Bu olumlu ve olumsuz hareketlerin eşdeğerleri gerçek dünyada da var… Bunları “gerçek hayatta” yaptığı zaman ne tepki veriyorsanız, bilgisayarda yaptığı zaman da aynı tepkiyi vermeniz gerekir. Yani, “bilgisayar” meselesini tek bir kategori altına koyamazsınız.
Ne yapsanız durduramayacaksınız bu değişimi… Ayak uydurmaya bakın…
Can Erdoğan der ki
Yıllardır çevremde savunduğum konuyu blog’una taşımışsın, süper bir yazı olmuş.
Ben o ekran karşısında saatlerimi geçirdim ve ailem bana karışmadığı için şuanda işimi o ekran karşısında yapıyorum ve paramı yine ekran karşısından kazanıyorum.
Çevremde hala inatla bilgisayar öcüsünden korkan insanlar olsa da sayısının azaldığını görmek güzel bir şey 🙂
Eline sağlık..
elif der ki
Benim annem de beni ne zaman görse bilgisayarın başında ‘yine mi çalışıyorsun’ diyor. Yahu sadece iş yapmak için kullanılmıyor bu bilgisayar..
Esen der ki
Bilişim teknolojileri öğretmeniyim bu sorularla o kadar çok karşılaşıyorum ki sözleriniz duygularımın tercümanı olmuş.Tüm yazılarınız çok güzel.Tebrik ediyorum..