Aşağı-yukarı birinci haftayı tamamladım Dublin’de. Yani bir kaç saat kaldı tamamlanmasına.
Çok renkli bir hafta olmadı aslında. Olmasını ne bekliyordum, ne de istiyordum esas olarak. Motoru kısa bir süreliğine de olsa durdurmak gerekiyordu. Uzun süredir durmamış olan motoru. Uzun, hatırlayamadığım kadar uzun bir zamandır tembellik yapmamışım. Bir kaç gündür onu yaptım. Yattım. Kalktım. Televizyon seyrettim. Dışarı çıktım, şehrin orasını-burasını keşfettim. Yürüdüm, yoruldum, eve döndüm uyudum. GPS sağolsun, kaybolmadan her yöne gittim, korkmadan her yoldan yürüdüm. Genel hikaye budur.
Google meselesi henüz başlamadığından, Google haberi bekleyenler biraz daha bekleyecek maalesef. İşbaşı günü 7 Nisan Pazartesi. Öyle “küçük tükan” olmadığı için, “selam abi ben ufaktan alışmaya geldim” diye de gidilmiyor tabi. Ne yapacaklarını bile bilemezler gitsem. 7-8 Nisan günlerine “oryantasyon” tadında bir şeyler ayarlamışlar. Google’da işe başlayan (new Googler manasına Noogler deniyor) herkes dahil buna. Dublin dışından gelenler de var. Yalnız iki tanesi teknik adam bu arada. Benden başka bir de “SWE” var teknik adam olarak (sanıyorum SWE software engineer demek). Buradan oryantasyonda çok teknik bir mesele dönmeyeceğini anlıyoruz. Yani 7-8 Nisanda da bir şey olacağı yok esasen!
Bu arada Dublin hakkında kısa notlar şöyle:
- Yağmur yağacak. Yağmayacak gibi görünse de yağacak. Özellikle yağmayacak gibi durduğu zaman kesin yağacak hatta.
- Ufak üçe katlanan şemsiyelerden alınmayacak. Kırılıyor.
- İnsanlar medeni. Kuyrukta yanlışlıkla bile önünüze geçmiyorlar mesela. İstanbul modu kapatılacak, ayıp oluyor.
- Her şey ters tarafta. Dublin mükemmel bir şehrin ayna görüntüsü.
- Bozuk para derdi yok. “Bozuğunuz yok mu” diye sormuyorlar. Bozukları da harcamak lazım ama, birikiyor, ağırlık yapıyor.
- 100€’luk banknotla panik yaratmak mümkün. 50€’luk banknot problem değil. 500€’luk henüz denenmedi.
- En kolay bulunan şey alkol ve kahve satan yerler. Anladığım kadarıyla “açma düğmesi – kapama düğmesi” şeklinde işe yarıyor bunlar.
- “Refuse” çöp demekmiş.
- Asansöre “lift” deniyor, İngiliz usulü. Amerikalılar “elevator” der.
- Yaya geçitlerindeki ışıklar bir işe yaramıyor. Çok uzun sürüyor yanması. İnsanlar da önce basıyor düğmeye, sonra sabır taşınca, yol da boş olduğundan geçiyorlar.
- Grafton Street’de (bizim İstiklal tadında biraz, yaya bölgesi alışveriş merkezi bir sokak) heykel gibi duran şeyler heykel değil, herif. Hört diye hareket ederlerse korkmamak lazım. Sanatmış bu. Taş rengine boyanıp taş gibi durmak. Aferin. Para verirsem adam değilim.
- Aynı yerde ağzında diş olmayan gitar çalıp söyleyen adama para verilebilir. Sesi pek çıkmıyor ama olsun.
- Buranın dilencileri böyle bembeyaz hatunlar. Acayip geliyo insana. Dua da etmiyolar zaten. Amerikan usulü bardak var parayı ona atmak gerekiyor.
- Esas problem İrlanda aksanı değil. Ne dediği anlaşılmayan nereli olduğunu da çıkaramadığım zenciler falan çalışıyor kasalarda, gel de onları anla.
Ha, son not da şöyle: Cuma günü ev bulma seferine çıkıyoruz. Kısmetse yine bu civarda bir ev olacak.
Bir cevap yazın