Commodore 64…
Şu sıralar “nostaljik bilgisayar” konumunda bir makina. Maksat o yılları anmak değil, gerçekten. Onun için geldiyseniz yanlış geldiniz. “Seksenlerde çocuk olmak” gibilerden bir muhabbet burada olmayacak, onu arıyosanız Ekşi Sözlük daha uygun düşebilir.
Commodore 64, hayatına 1982’de başlamış, 1994’te de Commodore’un batışıyla hayatını noktalamış bir bilgisayardır. Guinness rekorlar kitabına göre, otuz milyon kadar satılmıştır bu sürede. (Bunun yanlış olduğunu, gerçek satış sayısının yirmi milyon civardında olduğunu söyleyenler de var. Ama ayrıntıda kaybolmayalım.)
Commodore 64, kendi devrinin ve benzer bilgisayarların hem önde gideni (yaygınlık açısından) ve de sembolik bir örneği. Olay şu: O zamana kadar, “bilgisayar” denen şey, eve girmek için fazlasıyla pahalı bir cihazdı. Çağdaşı cihazlar 1500 dolardan satılırken, Commodore 64, 585 dolar ile piyasaya çıktı. (Apple II, IBM PC falan çağdaşları.) O zamana kadar olmamış yaygınlık bu.
Bu neye yaradı? Elbette Commodore 64’lerin çoğunda ömür boyu oyun oynandı, başka da bir şey yapılmadı. Oyun makinası olarak gayet de iyi bir makinaydı şerefsiz. Elbet babalar “derslere yardımcı olur” diye kandırılıp alındı; durumların herhalde yüzde doksan dokuzunda, aslında eve sağlam bir oyun makinası alınmış oldu.
Peki ya kalan yüzde bir? İşte orada enteresan bir şey var. Commodore 64 ve çağdaşı makinaların (Sinclair Spectrum, Amstrad) ortak özelliği şuydu: Kutudan çıktıkları halleriyle, programlanabilir makinalardı bunlar. Meraklı olan için, belki oynadığı şahane oyun programları gibi olmasa da, bir şeyler programlamak mümkündü. Arada herhangi bir engel yoktu. Bilgisayar denen cihaz evin içindeydi, programlama için gereken arayüz cihazın zaten üzerindeydi…
Ne işe mi yaradı bu? O zaman öngörülemeyen kadar çok işe yaradı. İşte o zaman bilgisayarı öyle böyle programlama imkanı bulanlar, bugünün “esaslı” programcıları oldular. Ben aşağı yukarı on yıllık dalganın ortasına düşüyorum. Benden beş yaş daha genç olanlara kadar uzar bu dalga. Bunların ortak özelliği, programcılıkla küçük yaşta ve “çekirdek”ten tanışmış olmaları. On, on bir yaşında programlamayla tanışmış adamla, yirmi yaşında tanışmış adam arasında ister istemez fark var…
Sonra ne oldu? Bilgisayarlar evden mi çıktı? Hayır. Değiştiler. Geliştiler. Çok güzel ama, olan şu oldu: Programlama arayüzü, ortadan kalktı. Halının altına süprüldü. Commdore Amiga (ki 64’e göre çok daha kudretli bir cihazdır) ile programlama yapmak için, ayrı yazılım gerekiyordu bile. Sonra PC devri başladı. “Compiler” hem ayrı, hem de pahalı ya da kolay bulunmaz bir şeydi artık. O zamanın çocukları bilgisayarın “tuşuna basma”yı öğrendiler ama… Programlamaya yaklaşamadılar pek. Arada artık bariyer vardı çünkü. Hala da var.
İlk programım herhalde şöyle bir şeydi:
10 PRINT “YASAR ”
20 GOTO 10
.. sene 1984. Şaka maka 24 yıl olmuş. 1988 tarihli, telefon rehberi programım var mesela. Kayıt girmeli, aramalı, hatta kasede de kaydetmeli. Eh, o zaman dört yıllık programcıydım ne de olsa!
Enteresan olan şu: O zaman “dalga geçmek”ten sayılıyordu yaptığım. Şimdi ise para veriyorlar.
Şunu da aktarıp, bitireceğim. Sene yine 1984 olacak. Bize bilgisayar yeni alınmış. Babamın da bir arkadaşı gelmiş eve. Kimdi onu hatırlamıyorum, ama geçen konuşmayı iyi hatırlıyorum:
Adam babama şöyle dedi:
“Yahu ben de alayım mı eve diye düşünüyorum. Derse falan da yardımcı olur diyorlar ama, şimdi haylazlar hep oyun oynamasınlar?”
Babamın cevabı ise muhteşem oldu:
“Eve alırsan, elbette ki en çok oyun oynayacaklar. Bunu kabul etmek lazım. Ama, oyun oynarken arada bir şeyler öğrenir, programlamaya çalışır. Sonuçta, görünen o ki, dünya bu tarafa gidiyor.”
Kendi babam diye demiyorum, ileri görüş dediğin böyle olur. Dediği gibi de oldu. En çok oyun oynadım ben de. Ama aralarda, programlamayı da öğrendim. Bilgisayar denen cihazın nasıl çalıştığını da. Benim için “doğal” bir şey oldu. Dünya da o tarafa gitti, ben de.
Gerisi tarih oldu.
Bir cevap yazın