Bugün akşamüstü, Etel ile konuşurken (eşim olur kendisi) bir şey öğrendim, bir de fırça yedim. Öğrendim ki, blogumu sessiz-sedasız takip edenlerden biri de eşimmiş. Akabinde de, fırça geldi. “Blogunda benimle ilgili ne bir yazı, ne de fotoğraf var!”
“Koyarım hemen istiyorsan” falan dedim ama, kurtaramadık durumu. Klasik “ben istedikten sonra faydası yok” durumuna geldi iş. Lafı fazla uzatmadım, stratejik bir çalımla konuyu değiştirdim. Galip gelemeyeceğin kesinse, geri çekileceksin. Geri çekilen, bir kere daha dövüşme şansı bulabilir.
Fırça aynı zamanda şunu da gösterdi ki, eşim blogun her yerini deşmiş, eski-yeni bütün yazıları okumuş. Yoksa “benimle ilgili yazı yok” deyip yaş tahtaya basmaz.
Tabii sonra beni aldı bir düşünce. Neden yazmamıştım eşimle ilgili yazı?
Herşeye cevabım var da buna olmaz mı?
Eşimle neredeyse yedi yıllık evliyiz. O kadarla kalsa, olay basit. Birlikteliğimizin tarihçesi ise on dokuz yıllık. On beş yaşımızdan beri beraberiz.
“Eş” sözcüğünü severim. Doğru, geyik muhabbetinde eşimden “bizim hatun” diye bahsetsem de, o benim eşim. Hayatımın, varlığımın parçası. O kadar uzun zamandır bu böyle ki (evlenmeden çook önce ikimiz de kararımızı vermiştik) benim için, Etel artık hayatımın parametresi değil, sabiti haline geldi.
Şimdi diyeceksiniz ki, “ulan düdük, o zaman nasıl oluyor da İrlanda’ya gidiyorsun?”. Cevap basit. Etel ile ilişkimizi o kadar sağlam görüyorum ki, bu zorluğu da aşacağımıza inanıyorum. Şüphem bile yok. Mesafe olarak ayrı olmak zor, ama gönüller bir olduktan sonra becerilemeyecek şey değil.
Konuya geri dönersek… Hayatım satranç oyunu olsa, her şey ve herkes birer taş olur. Piyonlar var, filler var (aman şişmanlar alınmasın) kaleler var, vezirler var… Hatta şahlar var. Etel hangisi derseniz… Hiçbiri. O satranç tahtası. O olmadan, oyun oynanamaz. Hatta, onun en ufak silkelenmesi her şeyi yerinden oynatır. Bütün oyunu bozar. İcabı halinde, şahlar bile olmadan, satranç olmasa da bir tür oyun oynanabilir… Ama tahta olmadan, neyin nerede olduğu bile belli olmaz…
Tabii oyunu anlat deyince, kimse tahtadan bahsetmez… Ben de bahsetmemişim.
Önce eşimi tebrik etmek gerek. On dokuz yıl bana dayanmak kolay iş değil.
Yedi yıldır hayatın sorumluluğunu paylaşıyoruz.
Beş buçuk yıldır da, bir canın (canım kızım Lara) sorumluluğunu paylaşıyoruz.
Bu on dokuz yılda, irili-ufaklı, maddi-manevi çok sorun ve sıkıntı yaşadık. Hepsini beraber atlattık. Hepsinde eşim bana destek oldu. Ben de elimden geldiğince ona destek olmaya çalıştım. İpi o çekince ben bıraktım, ben çekince o bıraktı. Kavgalar ettik. Ama kavga edip ötekini bırakıp giden olmadı. Asla dargın uyumadık. İşin içinde kim olursa olsun, önce birbirimizin tarafını tuttuk. Birbirimizi başkasına şikayet etmedik. Birbirimize hep dürüst olduk ve sonsuz güvendik.
On dokuz yıl bir şey değil. Aynısından yüz doksan yıl daha olsa, istiyorum.
Bir cevap yazın