Aslında, farklı olmak değil, doğru terim herhalde marjinal olmak…
Ama, marjinal olmayı nedense “azınlık” olmak, “kıytırık” olmak, “küsurat” olmak ile aynı anlamda kullana kullana, artık anlamı esas anlamından kaymış durumda. Elbette bir anlam kesişimi var; ama aynı şey değil.
Marjinali Türkçeye ben çevirmeye kalkışsam (çevrilmişi varsa cehaletimi mazur görün) herhalde “uçsal” falan derdim. Uçlarda olan demek marjinal. Yani, ortadan, merkezden, çok bilinenden alabildiğine uzak… Hatta en uzak.
Yazının resmine bakarsanız, gördüğünüz şey “normal dağılım” eğrisi. İnsanların pek çok özelliği böyle dağılır. Boy. Kilo. Zeka. Yetenek. Ortasına “normal” deriz işte onun. Bu durumda, marjinal olanlar, yani uçlarda bulunanlar, az sayıdadır… Dolayısıyla anlam kayması.
Çok insan, diğerlerinden “sıyrılmak”, farklı olmak için uğraşır. “Normal” civarında olanlar boldur, kalabalıktır çünkü. Dolayısıyla, farklı olmaya çalışanların sayısı da çok ama çok boldur.
Ne yaparlar bu arkadaşar? Çok çeşitlidir gayretler. Bazıları gerçektir (işe yarayabilir ya da yaramayabilir), bazıları ise yüzeysel. “Olmadık” ya da tehlikeli şeyler yapmak, nasıl göründüğüyle uğraşmak, “fark” olsun diye eğitimi ilerletmek hep bu gayretlerdendir. Kendiliğinden olumlu ya da olumsuz bir şey değildir farklılaşmaya çalışmak, sonuçlarıyla ölçmek gerekir faydasını.
Benim pek öyle bir gayretim olmadı.
Gayretim olduysa, “ortaya” yaklaşmak için olmuştur.
Benim “marifet”im değil ama, zekiyim. Kafam “farklı” çalışıyor. Nasıl olduğunu ben de bilmiyorum işin enteresanı. Böyle olmaması nasıl bir şey, onu da net anlamıyorum doğal olarak.
Sıkılıyorum bir de. Öyle bir şey yapmadan oturmaktan sıkılmak gibi değil. Bir şeyi yapmaktan da sıkılıyorum. Tam olarak neyin nasıl yapıldığını öğrendikten sonra… İşte onu yapmaktan sıkılıyorum fena halde. “Normal” insanların “hah işi öğrendim” dedikleri noktada, benim için iş değiştirme saati gelmiş oluyor.
Öğrenmek ile bir sevgi-nefret ilişkim var. Bir şeyler öğrenmeyi seviyorum ama, benim için de acılı bir süreç öğrenmek. Hele işin başlarında. Öğrenmem de bir garip. Bir noktaya kadar öğrendiğimin bir hayrı olmuyor bana. Belli bir sınırı geçince, yani ben “mesele”yi kavrayınca… İşte marifet o zaman görünüyor.
Nasıl öğrendiğimi de unutmuyorum pek. Belki de acılı bir süreç olduğundan. Muhtemelen aynı sebepten, öğretmeyi de seviyorum… Acı çektirmeden, hiç acıtmadan öğretmeye çalışıyorum. Elimden geldiği kadar.
Motivasyonlarım da farklı. O kadar farklı ki, bazen ben bile neyi neden yaptığımı bilmiyorum. Genel olarak doğru olduğunu düşündüğüm şeyi yapmaya çalışıyorum, kendimi kayırmadan. Para çok da derdim değil. Yani derdim olmayacak kadar derdim… Sahip olmakla da derdim yok. “Geçici” olduğuma göre bir şeye sahip olma ihtimalim yok ki. Satın almak en iyi ihtimalle elli yıllığına kiralamak demek. Ancak kurumlar bir şeye “sahip” olabilir, yeterince uzun süre. Derdim olan ne o zaman? Bir şeyler üretmek, bir şeyler yaratmak… Debelenmek yani.
İnsanlar önemli elbette. Bazıları, tabii. İnsanlar için uğraşmayı seviyorum. İnsanlara, doğru insanlara yapılan yatırım bire bin veriyor çünkü. Yatırımı yapana değil ama genel olarak. Bana göre uygundur. Yatırım işe yarasın da, yaradığı iş benim olmasa da olur.
Hayatımın akışı da pek “ortadan” olmadı. Savruldum durdum. Hala da savruluyorum. Savrulmamayı seçebilir miydim? Bilmiyorum. Seçer miydim? Muhtemelen hayır…
Farklı olmak hakkında bir tek şunu net öğrendim:
Farklıysan, fark yaratacaksın.
Bir cevap yazın