Bir dönem “kaave” işletmişliğim var.
Kahve değil, kahvehane de değil, kaave. Çünkü kahve işletilmez, içilir. Kahvehane de benim bahsettiğim türden bir mekan değil. Benimki öyle maç seyredilen, gazete okunan cinsten değil, azıcık yeni yetme, azıcık daha “cafe” bir mekandı. Ama cafe de değildi. Bu yüzden de öyle dejenere bir Türkçe ile “kaave” kaldı adı. Eski püskü, camları puslu, servis yapılan yüksek bir tezgah arkasında çay ocağı ve çeşit çeşit çayları olan, gelenlerin bir köşede kitap okuduğu bir yerdi. En önemlisi, sadece geceleri açıktı. Haftaiçi gece saat 2’de, haftasonları 3’te açılır, 5-6 gibi de kapanırdı.
“Gece Kaavesi”ni canımın çok sıkıldığı bir gece açmıştım. 120-130 üyeli, ayda 3000 e-mail civarı trafikli bir e-mail grubuna attığım e-mailin konusuydu. Başka konularda e-mailler thread halinde duruyordu, onlar hakkında bir şey yazmak değil, o saatte uyanık kimse var mı diye bakmak istemiştim. O gece kimseler var mıydı hatırlamıyorum. Fakat sonraki gecelerde “Üşüdüm geldim” diyen, elinde kitabıyla çıkıp gelen, “Ihlamur getirdim, ondan da demleyelim” diyenler Gece Kaavesi’ni şenlendirdiler. Mekanı açamadığım günlerde sitem ettiler, “Geldik, kapıda kaldık” diye. Olmadı cama taş attılar. Ben de her zaman gelebilsinler diye paspasın altına bir anahtar bıraktım. Çayı kahveyi de ortalığa koydum ki gelenler kolayca bulsun. Çaylarımızı alıp gönlümüzce geyik çevirdik, o saatte uyanık olmayıp sabah mailleri görenler de katılmak istedi, “Gündüz açık değiliz” deyip kovaladım. Çalışanların kaaveye gelmesi zordu tabii, benim de okulda son senem, bitirme filan var ama vaktimin çoğunda canım sıkılıyor. Bir de tabii gündüz uyur gece oturur, bazen gündüz de uyumaz bir düzenim var. Tuzum kuru, kaavenin kapısında konuşan gündüz çalışanlarına “Gürültü etmeyin” diye çemkiriyorum hatta. Onlar da sonra karşı kaldırıma “Gündüz Kaavesi” açıyor. Sonra tekrar Gece Kaavesi’ne dönüyoruz.
Benim okul bitip gece gündüz internette takılma halim kalkınca Gece Kaavesi de bir miktar öksüz kalıyor ama devam da ediyor. Sonra gruptaki diğer konuların arasına karışıp gidiyor. Şimdilerde bu e-mail grubunda olup böyle bir şeyi hiç görmemiş bir sürü insan var, bir nevi unutuldu gitti yani.
Birisine anlatacak olsam ne anlatayım, “Biz böyle bir grup adam topluca delirdik, geceleri kahvehaneye gelmiş gibi yapıp mail atıyorduk. Hatta çay içiyormuş gibi de yapıyorduk” desem adama deli derler. Ben de hiç tribe girmem, “Bana deli dediler” demem. Fakat Safkan adındaki bu insan hadiseyi hemen anlayıp “Aha tamam role playing işte bu” der. Farkı çot diye koyar. Üstüne bir de hatıraları canlanır, zindanlardan, ejderhalardan bahseder.
İşte Durvan’ın hatırlanma hikayesi de budur.
O değil de ters kurgulu anlatım ile blogda bir Memento havası yakaladım sanırsam.
Bir cevap yazın