Google’a gidişin zamanı adım adım yaklaşıyor.
Bazan, hiç gelmeyecekmiş gibi geliyor. Hayalmiş olan bitenin hepsi sanki. Zihnim ve hafızam oyunlar oynuyor. Maillar, telefon görüşmeleri, hatta Dublin’e gidiş-geliş… Gerçek değilmiş gibi. Sonra silkinip kendime geliyorum. Gerçek hepsi. Oldu. İmzalar atıldı. Geri dönüşü olmayan noktayı çoktan geçtik.
Takvime bakarsak, altı hafta kaldı. Kısa bir zaman. Ne altı haftalar geçmedi ki bugüne kadar. Tabiri caizse, göz açıp kapatana kadar geçecek bir süre.
Daha önce de yazdım, gidişin sebebi, işin içeriği. Bana katacakları.
Gidiş zaman olarak uzakken, işin kendisi geri kalan meseleleri maskeliyordu. Zaman yaklaştıkça maske düşüyor. Maske sıyrıldıkça, tanıdık, ancak çok da hoş olmayan yüz ortaya çıkıyor yavaş yavaş. Ürkütücü bir yüz. Uzun zaman görmüş olsam da, görmeye bir türlü alışamadığım bir yüz.
Ayrılığın, özlemenin, kendi elementinin dışında yaşamanın yüzü bu.
Geçen görüşmemize göre daha güçlü ve daha dayanıklıyım. Daha tecrübeliyim. Ne istediğimi çok daha iyi biliyorum. Ama geçen sefer beni çok korkutan, ne yalan söyleyeyim, hatta ağlatan bu yüzden halen korkuyorum. Korkuyormuşum.
Sanırım bu, benim için korkularımla ve kendi öcülerimle savaşma zamanı. Herkes için, hayatın bir yerinde bu zamanın geldiğini söylerler. Korktuğu veya hiç yapmadığı şeyleri yapma, felek ile boy ölçüşme zamanı. Ya kazanırsın. Ya da boyunun ölçüsünü alır, oturursun aşağı.
Korkuyorum. Zihnim oyunlar oynuyor. Olsun.
Çalışmayı, cehennem zebanisi gibi çalışmayı biliyorum. (Evet, çalışmak öğrenilen bir şey.)Hedeflerim ve sorumluluklarım var. Bu yiğidin kamçısı borç değil, bunlar. Eh, belki de bu yiğidin borçları bunlardır, alacaklı belli olmasa da.
Zaman geliyor.
Gelsin.
Bir cevap yazın