Bugün, Şişli savaş alanına döndü. Milliyet, haberi şöyle vermiş:
Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun cezaevinde bulunan milletvekillerinin serbest bırakılmamasını protesto eden gruba polis müdahale etti.. Sebahat Tuncel, Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya Önder ve Levent Tüzel’in de aralarında bulunduğu grupta gazdan etkilenenler oldu.
Demokrasi, boru değil. Genel olarak, “biz demokrasiyi severiz, bizim parti kazanırsa” diye demokrasi elbette olmaz.
Demokrasiyi hazmetmek gerek. Anayasa yazmakla da demokrasi olmaz mesela. Yenisini yazıp, ondan medet umacağız ya… Onun da faydası yok. Demokrasi dediğin, hukuk dediğin, kafaların içinde olacak. Polisin de, sokağa hak aramak için dökülen insanların da.
Olayın gazetelerde yazmayan kısmı şöyle: Biber gazını yedikten sonra, yürüyüş yapmaya çalışanlar sokak aralarına dağıldılar. Bizim sokak da, Abide-i Hürriyet Caddesi’ne paralel ilk ara sokak. Daldılar buraya kaçıyorlar. Buraya kadar bir şey yok. Yani var bir sürü şey de, hak ararken haksız duruma düşmek yok. Sonra bir grubun içinden biri, elindeki oturma yeri kopmuş metal tabure ayağıyla, sıradan parketmiş araçların tutturabildiği hepsinin arka camlarını patlattı…
Arkadan gelen bir gruptan başkaları da buna meylettiler… Gruptan yaşlıca biri “yapmayın” dedi de durdular…
Çıktım baktım sonra, sokağın sonuna kadar neredeyse tüm arabaların camlarını kırmış. Arka camlarını, herhalde kendine göre “az” hasar vermek amacıyla…
Neden yaparsın ki bunu? Araç sahibinin senden yana olmadığını nereden biliyorsun bir kere, ey deve?
Kendi davana, fayda mı sağlıyorsun zarar mı? Bunlar gavurun arabaları mı?
Şimdi bir de öte tarafına bakalım olayın…
Olaylar nasıl bu hale geldi? Görmedim, orada değildim. Ama, “eskalasyon” dediğimiz şeyin nasıl olduğu bellidir genelde.
Adamlar Taksim’e yürüyeceğiz diye gelmişler. Yanlarında milletvekilleri de var. Yürürüz, yürüyemezsiniz…
İtiş kakış… Sonra polisin müdahalesi. Sonra polise taş. Sonra basınçlı su, biber gazı.
Sonra tabi, ara sokaklara yayılan, öfkeli kalabalık. Savaş alanına dönmüş ortam. Zarar gören insanlar, esnaf.
Adamlar Taksim’e yürüseydi, bu kadar zarar olacak mıydı? İnsanları bir adım daha birbirine karşı bilemiş olacak mıydık?
Şiddete ve zarar vermeye başvurmadıktan sonra, bırakın yürüsünler, bırakın demokratik tepkilerini ortaya koysunlar…
Tepki göstermeye ve hak aramaya ne kadar hakları varsa, başka insanların hakkına zarar vermeye bir o kadar hakları yok.
Olaydan sonra, çıktım fotoğraf da çektim. Buyrun aşağıda…
zsg der ki
Ehşte “demokrasi”nin altı adam gibi doldurulmazsa bizden bir sonra gelecek nesil, demokrasi denince direkt sokak kavgası anlayacak. Bir başka nesil de “barış” lafından irkiliyor mesela.
En başta “demokratik hak arama” eylemi “yasak”lanan topluluk “nasıl olsa bir kere illegal side’a geçtim, bana artık her şey mübah” diye mi düşünüyor bilmiyorum. Şu gerizekalı köşeci ağzından da kurtulsam ya.
melis s. der ki
1 mayısta savaşın içinde kalmıştı bir arkadaşım korkuyla beni aramıştı, taksim’de bir klüpte çalışıyordu, gündüzleyin gösteri kalabalığı polisten kaçarken oradaki dükkanların camlarını indirmiş, pencere önlerinden saksıları alıp oraya buraya fırlatmışlar, bazıları bir de üstüne saklanmak için binaya girmeye çalışmış. bu vandalizmin elle tutulur bir açıklaması yok, şiddet görüyor, primal bir şiddet gösteriyor. hem kaçması gerekiyor sopayı yememek için hem de kaçarken öfkesini ve tepkisini en kolay şekilde yansıtıveriyor, belki dolaylı olarak bu zarar o polislere yansıtılır ve bir yankı bulur diye belki. en son kademede de o zarar verdiği binaya saklanmaya da çalışıyor. şiddetin kendi içinde bir mantığı yok. ilk gazı sıkan, ilk sopayı sallayanın cezalandırılmadığı polisin sonsuz yetkiye sahip olduğu, suçlu olduğu bariz olan durumlarda bile korunduğu bir anlayışta daha çok anlamsız cam iner, saksı düşer. göstericinin çaresizliğini hayvanlaşarak çıkartmasından bir adım önde otoriteyi temsil edenin yanlışı daha büyük gözüküyor bana, anlamsız korumacılık ve bir hesap soramama durumu var.