Bürütü 19 yıl, neti 17.5 yıl falan ama, takvime bakıp yuvarlak hesap “yirmi yıl” demeyi tercih ettiğim miktarda bir üniversite hocalığı deneyimim var. Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü’nde 16 yıl kadar, Yeditepe Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümünde üç yıl kadar (tam zamanlı), Yeditepe Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü’nde de üç yıl kadar ders verdim. Bunun içinde ders çeşitliliği de olukça boldur. Bu deneyimlerde, öğreniklerimi kısa net cümlelerle ifade edeyim istiyorum:
- Öğrencileri soru sormaya ikna etmek, dönemin yarısını alabilir. Sebepleri şöyle:
- İlk ve ortaöğretimde eğitim sistemi ve öğretmenlerin davranışları.
- Hocaya bir şey sorarak işe yarar bir cevap almaktan ümidi kesmiş olmaları.
- Bir şeyi anlamadıklarında, anlamayanın sadece kendileri olduğunu düşünmeleri.
- Polislik sistemi yerine, güven sistemi ile ders yapmak mümkün.
- Gerekçesini iyi anlatmak gerekiyor.
- Gözlemcisiz sınav yapmak mümkün. Hiç de “kopya partisi” olmuyor.
- Birkaç “anlamaz” olacağını kabul etmek lazım.
- Güvenin, ciddiye almazlık olmadığını anlatmak konusunda dikkatli olmak gerekiyor.
- Dönemin ortasından sonra giriş yapılan yeni konular öğrenilmiyor.
- Baştan hızlı girmek iyi bir taktik.
- Dönemin ortasından sonra, uygulama ve/veya problem çözmeye odaklanmak gerek.
- Çok şey vermeye çalışmak yerine, temel anlayış sağlamak önemli.
- Neyi, neden yaptıklarını öğrenmeleri daha kıymetli.
- “Anlamak”, bilgiyi farklı durumlarda kullanabilir olmak demek. Bu sağlanmadıkça, gerçek bilgi transferi olmuyor.
- Öğrenciyi zorla derse getirmenin (yoklama almanın) bir faydası yok.
- Adamı dinlemeye, anlamaya zorlayamazsın.
- Öğrenci bir şey öğrendiğine inanıyorsa, sabah sekizde de, akşam yedide de derse geliyor.
- Yoklamasız, sınav zamanında bile %90 sınıf doluluğuna ulaşmak mümkün.
- Sadece “mutlu yol”u anlatmamak lazım.
- Tahtada mükemmel çözümü anlatmak bir şey öğretmiyor.
- Hata yaptıklarında nasıl düzelteceklerini bilmiyorlarsa, aslında bir şey bilmiyorlardır.
- Öğrencileri kandırmak mümkün değildir.
- Aptal değiller, sadece daha tecrübesizler.
- Hata yapınca, “hata yaptım” demek, çözemeyince “çözemedim” demek hocanın değerini düşürmez, artırır.
- Kandırmaya çalışan hocaya öğrenci saygı duymaz.
- Benim öğrenciye kızma hakkım yok.
- Öğrencinin, kötü öğrenci olmaya hakkı var.
- Benim işim öğretmek ve ölçmek.
- İnsana kıymet veren, kıymet bulur.
- Önemli olan, bilginin öğrenciye aktarılıyor olması.
- “Ben istediğim gibi anlatırım” özgürlüğüm yok.
- Sınav da, ödev de, ölçme işlevlerinin yanısıra ve daha ağırlıklı olarak bilgi aktarımı için varlar.
Başka şeyler de vardır elbette, ama aklıma gelenler bunlar. Hocalık devam ederse, yirmi yıl sonra neler yazarım, kim bilir?
Zeynep S Başıran der ki
Biz ders denen şeyi hep öğrencinin performansının esas olduğu bir süreç diye bildik.
Hoca anlatamıyor mu? Belki de sen yeteri kadar iyi dinlemiyorsun. Hiç mi anlatamıyor? Kitap orada. Kitap yetmedi mi? kütüphane orada. Öğrencinin NE OLURSA OLSUN öğrenmekle mükellef olduğu bir eğitim-öğretim düzeninde hoca olmak ve dahası iyi hoca olmak, daha iyi öğretmek üzerine kafa yormak son derece nadir ve bir o kadar da değerli bir tutum. Elinize sağlık.
s. b. der ki
tespitleriniz çok sade ve çok doğru. Elinize sağlık.
Furkan T der ki
Daha fazla yazi yazmanizi dort gozle bekliyorum. Net ve dogru mesajlari dogru noktalarda anlatmaniz okurken cok daha fazla zevk almami sagliyor. Ayrica enteresan bir bicimde yazilarini okurken ic sesim sizin konusma tarziniza donusuyor 😀