İnsan bir şeyleri nasıl öğrenir ve kavrar? Birinci derecede, bunu duyularıyla yapar. Sonra beyin bu şeyleri harmanlar ve zihinde bulunduğu çevrenin bir modeli oluşmuş olur. Bu insanı diğer türler arasında oldukça başarılı yapmış olan mekanizmanın özüdür aslında. Zihinde çevrenin bir modelini oluşturmak ve kararları buna göre vermek.
Yalnız, burada şöyle bir problem vardır: Duyularımızla direkt algılayabildiğimiz ve anlayabildiğimiz şeyler, aslında ciddi olarak sınırlıdır.
Burada şöyle basit bir kural var… Belli yerlerde benzer argümanlar duydum ve okudum, ama sanırım bu kadar net ifadesi bana ait:
İnsan, uzayda ve zamanda, kendi doğal boyutlarının yaklaşık binde biri ile bin katı arasındaki cisim ve olayları direkt olarak kavrayıp anlayabilir.
Uzay ve zamanda. Önce uzay boyutunu ele alalım. İnsan için uzayda doğal boyut, bir metre kadardır. Vücudunun boyutları bu civardadır çünkü. Bunun binde birini anlamak mümkündür, mesela bir milimetreyi hepimiz anlarız. Milimetrenin onda biri dersek, zorlarız meseleyi. Milimetrenin yüzde birini direkt olarak algılamak ise neredeyse imkansızdır.
Büyüğe doğru gidersek, metrenin bin katı bir kilometredir. O da işte, buradan gözün gördüğü kadar bir mesafedir. On kilometre deyince işler zorlaşır. Yüz kilometreyi ise, ancak harite üzerinde ya da aracın kilometre saatine bakınca kavrayabiliriz. Direkt duyularla algılamak için çok uzundur.
Zamana gelince… Burada doğal boyut olarak, mesela gün alınabilir. Çünkü, biyolojik saatlerimiz esas olarak günün devriyle çalışır. Burada aralığımız biraz daha geniş, ama anlayabildiğimiz en kısa süre yaklaşık bir saniyedir. Saniyenin onda biri zordur. Yüzde biri deyince yelkenler suya iner. Öbür yönde de, mesela bir yılı kavrayabiliriz. Ancak on yılı kavramak zordur. Yüz yıl deyince, ömrün sınırlarını biraz aşmış bile oluruz.
Bunların ötesinde kalan şeyleri, direkt olarak anlayamayız. Tabii “insanlık”ın anlayışı bu limitleri aşmıştır. Nasıl mı? Bilim ve teknoloji yoluyla elbette. Bilim anlayşımızı geliştirirken, teknoloji de gerekli aletleri ve cihazları üretmemizi sağlar. Bu ikisi de birbirini sürekli besler. Bilim teknolojiyi ilerletir, teknoloji de bilimi.
Bilim ile, saniyenin trilyonda biri (on üzeri eksi on iki saniye deriz biz buna) ile milyar yıl arasındaki süreleri, karşılaştırmalı olarak anlayabiliyoruz, bu ölçekteki olaylar hakkında fikir yürütebiliyoruz. Evrenin yaşının on beş milyar yıl olduğu şekline bir şeyler söyleyebiliyoruz, doğru ya da yanlış.
Boyutta da metrenin katrilyonda biri ile on üzeri yirmi dört metre arasında fikir yürütebiliyoruz. (Bu sayının doğru dürüst adı var mı bilmiyorum.)
Bu sayılar nereden geliyor? Büyükler evrenin yaşı ve boyutları, küçükler en küçük tanecikler ve bunların reaksiyon sürelerinden geliyor. Yani, bilim yoluyla, “anlama kutumuz”, “algı kutumuz”dan çok daha büyük hale geliyor.
Çok güzel, çok güzel de… İşin içinde bir problem var.
İnsanlığın büyük kesimi, anlama kutusunu algı kutusundan çıkartacak bilgi veya eğitime sahip değil. Buna bilimsel cehalet, ya da daha basitçe cehalet diyebiliriz.
Ölçekler değiştiğinde, olaylar ve yapılar, yalnız nicelik değil, nitelik de değiştiriyor. Mesela, günlük hayatta hiç deneyimimiz olmayan “quantum etkileri”, atom ve atom altı boyutlarda, esas kanun haline geliyor. İnsan boyutunda ışık hızının sonlu olması pek önemli değilken, yıldızlar skalasında çok önemli bir şey oluyor. (Başka skalalar da var, mesela hız ve enerji gibi, ancak burada kendimizi uzay ve zamanla sınırladık.)
Sonuç şu oluyor: Küçük bir azınlık, bilimi ilerletirken, geri kalan insalığın bundan haberi olmuyor. Bırakın katkıda bulunmayı, sonuçları anlayacak, takdir edecek kadar da bilgi sahibi değiller.
Daha kötüsü, bu insanlar pek çok durumda karar verici durumundalar.
İşin çözümü, bilimin ve bilginin doğru bir şekilde tabana yayılması. Bu, bilim eğitimi diye bir şeyler ezberleterek olmaz elbette. Mesela, insanlar yalnız dünyanın enerji dengesini anlasa ve kavrasa, inanılmaz bir adım atılmış olur.
Moral bozucu olan, atılan adımların bu yönde değil, tam tersine, eğitimi daha ezberci ve daha niteliksiz hale getirme yolunda atılıyor olması.
Ne diyeyim, bilmiyorum.
Bir cevap yazın