Bir arkanıza yaslanın da düşünün…
Hani ayıptır söylemesi, ne kadar iğrenç bir dünyada yaşıyoruz…
Bencillik, vurdumduymazlık, zalimlik… Adını siz koyun.
Nereden mi çıkarttım? Haberleri dinleyin, okuyun yeter. Ya da, tarih okuyun. Belki de tarihin en medeni çağında yaşıyoruz ama, insanların birbirine ettiği kötülüğün sonu gelmiyor.
Öte yandan, “iyi” çocuklar yetiştirdiğini zannediyor bir sürü insan. Ya da yetiştirmeye çalıştığını. Sonuç nasıl oluyor da buraya dönüyor?
Ha, elbet bir alt kümesi var bunların. Çocukluğundan itibaren nefretle, düşmanlıkla yoğurulan. Konu bunlar değil. Mesele, “iyi insan” diye yetiştirmeye çalıştığımız bu çocuklar, nasıl oluyor da büyüyünce bu hale geliyorlar?
İyilik satmaya çalışanlar da yalancı ve sahtekar da ondan!
Diyeceksiniz ki, “Yuh, ne diyorsun!”. Evet, öyle diyorum, çünkü her “satış”ta olduğu gibi, çocuklara iyilik satarken de gerçekleri söylemiyoruz, ya da kasıtlı olarak bir şeyleri atlıyoruz.
Çocuk hikayelerinde, filmlerinde, iyiliğin şahane bir şey olduğunu anlatıyoruz. İyiliğin iyi sonuçlar getireceğini. İyilerin kazanacağını falan…
Ya söylemediklerimiz?
Mesela, yalancılarla dolu bir yerde, doğru söylemenin ne kadar tehlikeli olduğunu söylüyor muyuz?
Mesela, sahtekarlarla dolu bir yerde, dürüst olmaya kalkınca, kazığın büyüğünün yeneceğini anlatıyor muyuz?
Mesela, iyi olmanın, genel olarak daha azıyla yetinmek anlamına geleceğini söylüyor muyuz?
Mesela, iyiliğin çoğu zaman zerre kadar ödülü olmadığını, olduğu zaman da ancak yıllar sonra geleceğini dahil ediyor muyuz hikayelere?
Korkumuz ne? Bunları neden söylemiyoruz? Bunları söylersek, çocuğun “iyi”liği seçmeyeceğini düşünüyoruz. O yüzden, reklam usulü, işimize gelenleri söylüyoruz…
Sonuç ne oluyor? Çocuk büyüyor. Dünyayla karşılaşıyor. Söylemediklerimiz, anlatmadıklarımızı kendisi görüp, yaşayarak öğreniyor. Sonra da, seçimini yapıyor: “Yemişim iyiliğini! Dünyayı ben mi kurtaracağım!” deyip, kalabalığa katılıyor.
İşte durum, böyle oluşuyor.
Ya ne yapmalı? İyiliğin, maliyetli ve zor olduğunu anlatmalı. Çoğu zaman, istekleri ve egoyu kontrol altında tutmak anlamına geldiğini açıklamalı. İyiliğin, en çok “işine gelmediği zaman” yapılması gerektiğini öğretmeli.
Bu kadar maliyete neden katlanalım sorusunun da cevabını vermeli:
“Ancak böyle, dünya yaşanabilir bir yer olacak!”
“… kendi cehennemimizi inşa ederek değil!”
Emre Sevinç der ki
Dogru dürüst felsefe ögretmeden mühendislik, ekonomi, programlama filan ögretmeye kalkinca sikayet ettigimiz mevcut duruma variyoruz gibi görünüyor bazen bana.
Ufuk der ki
Patron, önerdiğin yol en doğrusu ama insanların çoğu çocuğuna zaten iyi insan olmasını önermiyor. Hasbelkader iyilik yaptığında da cezalandırıyor. Kediye köpeğe ekmek verdi diye çocuğunu tokatlayan insan gördüm ya hu. Bu konuda çok iyimsersin.
Acıma acınacak hale gelirsin, acıma yetime koyar ..tüne, her koyun kendi bacağından, sen mi kurtaracaksın, sana mı kalmış, sen kendi derdine yan vs. vs. laflarla çocuk yetiştiren insanlar hiç az değil. Hatta bu konudaki sözleri toplasan sağlam bir antoloji çıkar. Bak bir tane daha geldi aklıma:
İnsanoğlu hilekardır çiğ emmiştir sütünü
Kime iyilik ettiysen ondan kolla ..tünü
Zaten milyonlarca çocuk bu laflarla ve kötülük öğretilerek yetiştirildiği için bu cehennemde yaşıyoruz.
Yaşar Safkan der ki
Ufuk, iyimser miyim tam emin değilim. Senin dediğin tarzda yetiştirilen insanlar var, hatta çok. Benim kafamı bozan, “iyi” diyeceğin insanların, “ciddi bir azınlık” dahi olamayacak kadar az sayıda olması dünya üzerinde. Yani, “iyi” yetiştirilmeye çalışılmış olanların da, günün sonunda, dönüp ..tüne koymaya çalışması…
Yoksa, senin dediğin elbette doğru.
küllük der ki
Kendi düşüncemi yazmadan edemedim. Çok kazık yedim bu konularda. Daha önce yazdığım başka bir yoruma istinaden ekliyorum bunu. Genel olarak eğer kendimden ve iyilik ettiğim kişiden daha ulvi bir amaç gözetmeyecekse hiçbir şekilde kimseye yardım etmem. Konu bahis yorumu girdiğimde de böyle düşünüyordum, şimdi biraz açmam lazım.
Her zaman iyilikten kaçınan biri değildim. Çocukluktan itibaren herkese yardım edip işini gören, bu yüzden de çok sevildiğini sandığım bir aile içinde yetiştim. Belki de bu yüzden sorun çözmek hep idealim ve amacım oldu. Çözdüğüm sorunlardan bağımsız olarak bu hep böyle oldu, ve sadece konunun şekli değişti fakat kendisi hep aynı kaldı. Yani asli rolum hep support engineer olmuştur. Ben bu noktaya gelirken bu işi asla karşılıksız yapmamam gerektiğini de yol üzerinde kazık yiye yiye öğrendim. Şimdi o yazdığım yorumu fark ediyorum ki, aslında sert görünmüş fakat değil. O yediğim kazıkların adisyonu gibi idi sadece. bkz. https://www.safkan.org/yazilim-kariyerinin-basindakilere-ukalaliklar/comment-page-1/#comment-100352
İyilik yapar mıydınız sorusuna yaptığım iyilikten bahsederek cevap veremem o zaman iyilikle alakası kalmaz. Sadece şu kadar söyleyebilirim ki, eğitim ve bir insanın kendini yetiştirmesine yardımcı olacak alet ve edevat, veya eğitim gideri, veya barınma vs vs konu ise (veya başka bir ihtiyaç vs), kendisi bunu karşılayamayacak durumdaysa, kişideki ışığı görüyorsam, on sene sonra o insanın ne olacağını merak ediyorsam, orada elimi taşın altına koymaya çalışırım. Çünkü bu tip şeyler iyilikten çok bir yatırımdır ve geri dönüşü genellikle kısa vadede olmaz. Bu tip şeylerin geri dönüşü minnet ile değil, yatırım yaptığınız kişinin bir sonraki başka bir kişiye yardımcı olması (olabilmesi de aslında – kendini kurtardıktan sonra elbette) şeklinde olmalı diye düşünürüm. Belki bir on veya on beş sene sonra, bu iyiliğin geri dönüşü sizin için çok önemli olmayabiliyor. Ama on sene önce o kişi için önemli idi. Ve geçen süre zarfında başkaları için de olacak. Burada girilmemesi gereken beklenti, o kişinin başarılı olup olmayacağı, bunu devam ettirip ettiremeyeceği, bu da azim ve karakterle ilgili. Yapılan iyilikle değil. Doğru kişiye yapmadıysan bu da senin sorunun aslında. Dolayısıyla bunun için çok iyi bir öngörüde bulunmak da kaynakların verimli kullanımı açısından şart.
Kısa vadeli düşünmemek lazım. Küçücük bir tane çivi, belki çağımızdaki bilgi savaşını kotaracak bir komutanın atını kurtarabilir. Ne dersiniz?
Saygılar.