“İyilik yap, suya at, balık bilmezse Halik bilir.”
Gerçekten böyle mi? Ya da olmalı mı? Bu kadar verici olmalı mı insan, işe yarayıp yaramadığına, sonuç verip vermediğine bakmadan iyilik yapmaya adamalı mı kendisini?
Ben pek katılmıyorum.
Olayın içinde, bir “kaynak planlaması” durumu var. Diğer bir deyişle, “bütün dünyayı ben kurtaramam” durumu geçerli… Dünyanın “mümkün olduğunca çoğunu” kurtarabilmek için de iki durum geçerli:
- Kurtaracağın dünya parçasının çerçevesini belirlemek.
- Kendini bir kaynak olarak iyi kullanmak.
Eğer hayatta yardım etmek için kriterleriniz “ihtiyaç sahibi olmak” ve “sizi bir şekilde tanımak” olursa işte o zaman bütün dünyayı kurtarmaya çalışıyorsunuz demektir. Başarısızlığın da garantisidir bu aslında.
Kendinizi, zamanınızı harcarsınız, ama sonuçta bir şey elde edemezsiniz. Emek de, kıymet de yanlış yerlere akar, kaybolur…
Bunu tekrar tekrar yapmaya, yani haketmeyene, “çerçeveye girmeyene” vakit ve emek harcamaya enayilik derler…
Enayilik midir gerçekten bu? Yani işe yaramadığını, kıymetinin bilinmediğini bile bile, insan neden kendisini harcamaya devam eder ki bu şekilde?
Kafası mı almıyordur?
Kafa alır almaya da… İnsan bir türlü kendini inandıramaz öyle bir kıymet bilmez dünyada yaşadığına. Ya da inanmak istemez. Dünya gerçekten böyleyse, yaşamaya değip değmediği tartışılır çünkü…
En sonunda gerçek gelip insanın kafasına -sertçe- bir kaç kez vurduktan sonra öğrenir dersini…
Sınırlarını çizer… Dersini, acı dersini öğrenir.
Acı olmakla birlikte, pahalı da bir derstir. Paraya, zamana ve daha bir çok şeye malolabilir…
Toparlayalım…
Dünya ideal değil. İdeal insanlarla da dolu değil.
Ama, “iyi insanlar”, “uğraşmaya değer” insanlar var. Çoğunlukta değiller maalesef. Hiç bir zaman da olmayacaklar.
Ama sadece birinin varlığı bile, hayatı yaşanmaya değer kılmaya yeter.
Enayiliğin lüzumu yok… Ama iyiliğin lüzumu var!
Bir cevap yazın