Yine kendimi aforoz ettirecek bir yazı ile karşınızdayım.
İlk önce başlığı açıklamak lazım: Lise zamanında biyoloji dersinde öğrenmiştim. Hücre zarında, soydum-potasyum pompası denen bir özellik vardır. Sodyumu sürekli olarak hücreden dışarıya, potasyumu da içeriye taşımaya yarar. Bu, hücrenin yaşamaya devam edebilmesi için mutlak gerekli bir şeydir; çünkü hayat ancak hücre içinde potasyum, hücre dışında sodyum konsantrasyonlarının denge değerinden fazla olması durumunda mümkündür. (Elbette bu tersine akışı sağlamak için hücre enerji harcar – bunu da söylemeden geçmeyelim.)
Güzel. Peki, maddi-manevi değer pompası nedir?
Maddi-manevi değer pompası, yıllar içinde çok farklı şekillerde gözlemlediğim bir iş alemi fenomeni. Ortada bir değer paylaşımı olduğu durumda, değer dağıtımını kontrol eden tarafın (patron, müdür, …) iş üreten tarafa uyguladığı, paraların kontrol eden tarafta, manevi değerlerin de iş üreten tarafta kalmasını sağlayan muhtelif davranışlar bütünüdür.
Yazının tamamında “kontrol eden taraf” ve “iş üreten taraf” demek saçma olacağı için, bunlara sırasıyla patron ve eleman diyeceğim. Patronun duruma göre genel müdür, direktör, müdür falan olabileceğinin; elemanın da… eleman, en fazla küçük ortak olabileceği anlayışıyla devam edelim.
Öncelikle şu analizle başlayalım: Hayatta ve iş hayatında, maddi ve manevi değerler denge durumunda olmalıdır. Yani, manevi değerlerin olmaması gerektiği gibi bir iddiam yok. Ancak, basit bir prensip olarak şunu benimsiyorum: Maddi değerler maddi değerlerle, manevi değerler de manevi değerlerle dengelenmelidir. Eğer maddi-manevi değerler arasında bir alışveriş olmaya başlarsa, tehlikeli ve hastalıklı durumlarda yüzmeye başlıyoruz demektir.
“Örnek ver örnek, ne diyorsun?” diye söylendiğinizi duyar gibi oldum. Uzatmıyorum, pozisyonlara geçiyoruz.
Birinci pozisyonda, patron elemanı işe alıyor; maaş pazarlığı var. Eleman 100 TL maaş talep etmiş. Diyalog şöyle ilerliyor:
Patron: 100 TL talep etmişsin. Bizim sana önerebileceğimiz miktar ise 80 TL. Ama kararını vermeden önce, her şeyi göz önünde tutmanı rica edeceğim. Burada iyi bir ekibimiz var, iyi çalışma şartları var. Mutlu olacağını düşünüyorum. Herkes özveri içinde çalışıyor, birlikte iyi bir takım olacağınıza inanıyorum. Müdürümüz Mehmet de seninle çok iyi anlaşmış. Cevabını kısa zamanda bekliyoruz.
Durduralım. Pompa çalışıyor. Hem de ne pompa! İyi ekip, mutluluk, özveri (bu geleceğe yatırım – patron için) iyi anlaşmak falan filan. Sonuç? Sen 20 TL eksiğe çalış. Ne oldu? Manevi değer elemana, 20 TL patrona.
Burada, esas tartışma konusu şu: Ey patron, sen benden 100 TL’ye aldığın hizmeti, kaça satıyorsun ya da satabiliyorsun? Oradan kazanılan paradan, ben de kendi payıma düşeni alabiliyor muyum, ya da alabilecek miyim? Senin alacağın pay, aldığın riskle denk mi? Yoksa işler ters giderse, maaşımı ödememeyi mi planlıyorsun? (Ki bu durumda risk bende ama haberim yok, sen de sahte patronsun.)
Dikkat ederseniz, hepsi maddi değer yukarıdakilerin. Tartışmaya, pazarlığa açık. Yani, patron değer ve bilgi akışını kontrol ettiği için, elemanın maçı kazanması zaten zor. Ama, tartışma ve alışveriş, maddi değere karşı manevi değerlerle oluyor. Bu durumda, eleman maçı yanlış sahada oynuyor – attığı goller sayılmayacak bile. Maddi-manevi değer pompası iş başında.
Eleman pek bu işlerin ustası olmadığı için, devamı şöyle geliyor:
Eleman: Evet, ama 80TL de beni oldukça sıkıntıya sokabilir… Yani şartlar da güzel görünüyor ama…
Patron: Yahu, her şey para mı?
Dayanamıyorum, kesiyorum tekrar. Bu da standart tuzak sorulardan biri. Evet desen olmaz. Hayır dersen karşındakinin argümanını kabul ediyorsun. Eleman ters köşede kalıyor:
Eleman: Değil elbette. Ben bir düşüneyim, size haber vereyim…
Eyvah eyvah. Manevi değerler elemanda, paralar patronda kaldı. Maddi-manevi değer pompası canavar gibi çalıştı.
Araya kısa bir not düşeyim: “Her şey para mı?” tuzak sorusunun mükemmel cevabı şu: “Elbette değil. Ama gene de parasını vereceksin!” Lazım olur, kullanırsınız.
Başka nerede olur bu? Eleman zaten şirkette çalışmaktadır. Bir proje yine ayvayı yemiştir, patron da fazla mesai talep etmiştir. Bu durumda da, patron bir konuşma yapar, içinde bol miktarda “özveri”, “sadakat”, “çalışkanlık” falan geçer. Ancak, fazla mesai ücretinden falan hiç bahis geçmez. E hacım, elemanla normal çalışmaya anlaşmamış mıydık biz bu maaşı? Fazla çalışmanın karşılığı nerede? Patronun cebinde. Elemanlar da sadık, özverili ve çalışkan. Maddi-manevi değer pompası iş başında yine.
Ne oldu? Paralar patronda, manevi değerler elemanda kaldı.
Manevi değer derken, patron para yerine manevi değer vermeyi de tercih edebilir, bu durum da maddi-manevi değer pompasına girer. Mesela, istenen maaşı vermek yerine, “altı ay sonra artırma”, “x şartı oluşunca prim verme” sözleri, kağıda yazılıp sağlamca imzalanmadığı sürece, sözden ibaret yani manevi değerdir. Sözü alıp parayı teslim ederseniz, para muhtemelen kaldığı yerde kalır.
Peki nedir doğru duruş?
Basit: Maddi değerlere maddi değerlerle, manevi değerlere manevi değerlerle karşılık verin. Ortam çok mu güzel? Siz de ortamı güzelliğine katkıda bulunacağınızı söyleyin! Müdür sizi çok mu seviyor? Siz de müdürü çok sevin. Patron çok mu şeker bir insan? Siz de ona çok şeker olun. Patron para sözü mü veriyor? Siz de iş sözü verin. (Ama iş vermeyin.)
Tabii, maddi-manevi değer pompasını durdurmak kendiliğinden sizi iyi pazarlıkçı yapmaz. Aynı zamanda, ürettiğiniz kıymetten, piyasadan falan da haberdar olmanız gerekir. Ancak, bunlar başka bir yazının konusu.
Pompaları durdurun!
M der ki
İş piyasası da mal piyasası gibi arz ve talebe göre şekillenmekte.
Bu durumda kaybeden işçi oluyor.
Asgari ücret kapitalist devletlere uyumlu değildir.
Yarı kapitalist yarı sosyalist devlet tarafından yönetiliyoruz.
Çok daha iyi bir şey beklemek yanlış olur.
Devleti yönetenler daha ne yaptıklarını bilmiyor.
Öğrenirler ise belki bir şeyler olur.
Fikret der ki
Güzel tespitler ve öneriler.
En kısa zamanda uygulayacağımı hissediyorum
Umit der ki
Peki hocam,
Aslında 100 TL’lik olmayan ama kendini 100 TL bir çalışan olarak pazarlayan şahıslar hakkında ne düşünüyorsunuz?
kenan der ki
Adaletten uzaklaştıran bencilce duygulara veya karşı taleplere karşı kişiyi (patron, eleman, sağlayıcı, müşteri… hep geçerli) hak çizgisinde tutmaya yarayacak çok kullanışlı abstraction lar (tövbe, kendi dilimde tanımlayamadım sanki).
Zeynep S. Başıran der ki
Görüyorum ve arttırıyorum.
Serbest çalışan/işletme sahibi/işletme ortağısınız. Verdiğiniz mal ve hizmet karşısında alacağınız para veresiyedir. Hem öyle veresiyedir ki, “Kaçmıyoruz ya!”, “Biz çok büyük firmayız, paranız bizde kalmaz” diye ucu bucağı görünmez bir vadede ödemenizin yapılacağı “vadedilir”. Yani müşteriniz size, verdiğiniz mal veya hizmet karşılığı “güven” vaadeder.
İşte burada da emeğinizin karşılığı olan para manevi bir değere, “güven”e, “daha çok büyük işler yapacağız”a, “bu işin devamı olacak”a tahvil edilmiştir.
Halbuki burada basitçe müşteriniz ticaretten gelebilecek zarar riskini sizin sırtınıza yüklemekte, vade farkından dolayı kaybedeceğiniz tutarı da düpedüz size itelemektedir.
Verilecek cevapları sıralıyorum:
“O halde peşin bir ödeme yapın da bankalar büyük firma görsün”
“Biz küçük firmayız, bu ödemeye gerçekten ihtiyacımız var, sizi etkilemez eminim.”
“Ben size güveniyorum, siz de bana güvenin, bir miktar peşinatta anlaşalım”
Yeni girişimcilere ekstra;
“Dosttan kazanmayacağız, düşmandan kazanmayacağız, biz kimden kazanacağız?”
(bunu motto olarak görünür bir yere assanız iyi olur)
Halil ibrahim Kalkan der ki
Konuyla ilgili olması sebebiyle şu yazıyı paylaşmak istedim: http://ciftdusun.com/fazla-mesai-uzerine/
Yaşar Safkan der ki
ZeSeGe gördü ve artırdı…
Ben şunu söyleyeyim:
Şirketi ilk kurduğumuzda, muhasebeciden “açık fatura” ve “kapalı fatura” teamüllerini öğrendik. Kaşe-imzayı aşağıya atınca kapalı fatura olurmuş; paralar zaten ödendi demekmiş. Yukarı atınca da “açık fatura” olurmuş. O da ödenmek üzere kesilen fatura demekmiş.
Öğrendik öğrenmesine de… Öğrenmesek de olurmuş. İmzayı aşağıya atmak nasip olmadı.