Maliyet hesabı…
Düşündünüz mü hiç, ne kadar önemli bir meseledir bu?
Düşünmediyseniz, örneklerin nereden nereye uzandığına şaşıracağınızı düşünüyorum. Tabi huyumuz olduğu üzere, örnekleri maliyet hesabının yanlış yapıldığı yerlerden vereceğiz, ucu elbet ismini vermediğimiz birilerine dokunacak. Ne demişler, “yarası olan gocunur”…
İstanbul’da belediye yol bakım çalışması yapacak. Yolun iki şeridinden biri kapanıyor. Gece geçerken bakıyorsunuz, çalışan eden kimse yok. Çalışma, dört ayda tamamlanıyor. Her gün oradan geçiyorsunuz ve çalışmanın olmadığı zamana göre yarım saat fazla zaman harcıyorsunuz. Sizinle beraber, bir kaç bin kişi de aynı durumu yaşıyor. Dört ay boyunca.
Soruyorsunuz ona buna, burada neden gece gündüz çalışmıyorlar diye… Cevap şöyle: “Gece vardiyası çalıştırınca, %50 fazla para ödeniyor saat başına. Belediyeye bu bedel yüksek geldiğinden, tasarruf için yalnız gündüz çalışılıyor..”
Sakat maliyet hesabı. Adam gece gündüz çalıştırsa, iş dört ay yerine iki ayda bitecek. Toplam çalışma maliyeti ise, %25 artacak. (Hesapta hata yok, %50 diye düşünüyorsanız bir daha düşünün.)
Hata nerede? Eksik maliyet hesabı. İki ay fazladan, yani diyelim 40 iş günü boyunca, 4000 kişinin yarımşar saatini harcadın orada. Nedir bunun maliyeti? 80,000 adam-saat. Veya 10,000 adam gün. Veya 500 adam ay. Elbette burada inşaat işçisiyle, orada bekleyen adamı aynı fiyattan hesapladık. O durumda bile, 2 ay 250 adam çalıştıracak kadar maliyeti, vatandaşların üzerine yükledin… Kendin 2 ayda 40 kişiyi çalıştırmamak için…
Toplamda kârda mıyız zararda mı? Elbette zararda.
Boğaziçi köprüsünde bakım yapılırken de bu böyleydi. Orada adam sayısı bir kaç bin falan da değil.
Neden böyle yapılıyor? Yanlış maliyet hesabı. Kendinden net para olan çıkmayan şeyi, hesaba katmıyorsun maliyet olarak. Özel şirket de değil, belediye bu…
Amerika’dan örnek…
Boston’da, 1990’ların sonunda şehrin içinden geçen çevre yolunu toprağın altına gömdüler. Projenin adı “Big Dig” olarak bilindi, yani “büyük kazı”. Gerçekten epey yer kazdılar…
Projenin bir yerinde, tünelin banliyö tren hatlarının altından geçmesi gerekiyordu. Toprak yumuşak, tüneli öyle düz kazmak mümkün değil…
Adamlar, banliyö seferlerini kesmenin, ekonomiye getireceği maliyeti hesap etmişler. Bir tek gün bile seferlerin durmasının çok büyük bir maliyet olacağını hesaplamışlar. Sonuçta karar, “ne yapacağız edeceğiz, tren hattına dokunmadan bu tünel buradan geçecek” şeklinde çıkmış.
Ne yaptılar? Bir sıvı döktüler yumuşak toprağa. Dondurdular toprağı. Sonra yandan tünel büyüklüğüne bir boruyu resmen çaktılar toprağa. Sonra borunun içindeki toprağı boşaltıp tünel yaptılar. Banliyö seferleri tek gün bile aksamadı.
Görünen para maliyeti yüksek. Bunu yapmak için neredeyse milyon dolar harcadılar. Ama, karar doğru karar. Bir gün sefer yapılamamasının maliyeti bundan yüksek çünkü.
Enerji…
Bağırıyorlar çağırıyorlar, enerji tasarrufu yapın çevreyi koruyun diye.
Bu tabi lafla peynir gemisi yürütmek. Hata nerede? Mesela elektriği satarken, maliyet hesabı yanlış. Sadece elektriğin çıplak üretim maliyetini sayıyor adam. Ama sonra, “doğanın dengesini bozmayın tasarruf edin” diyor başkası…
Nedir çözüm? Elektriğin maliyetini doğru hesapla… Bunu üretmek doğaya hasar veriyorsa, koy doğayı tamir maliyetini hesabın içine… Ondan sonra sat. Sonra da kimseye laf deme, parayı veren bırak düdüğü çalsın yahu. (Tabi bunun bir nevi doğayı koruma vergisi olması ve doğru yere kullanılması da gerekir. Ama prensip doğru.)
Adam yazılımcıları almış, çok tanesini çok sıkışık yere oturtmuş. Elemanların patırdıdan konsantre olmaları mümkün değil. Her biri ötekini rahatsız ediyor çünkü. Belki %30 verimde çalışabiliyor insanlar, belki de çalışamıyor.
Sorarsan sebebini, “yer yok, daha büyük yerin kirası çok pahalı”…
Yazılımcı ucuz bir şey değil. Bir ayda adamın %70 maaşını boşa yakıyorsun sen ama… Onu gören, maliyet hesabına katabilen yok.
Öğretim üyelerini, devlet memuru yapıyorsun. Maaşlarını, mezun ettikleri adamın birinci gün aldığı maaş seviyesine getiriyorsun.
Yavaş yavaş öğretim üyesi kaliten düşüyor. Orada o maaşa razı gelecek adam, ya da bırakmak için fazla eski olanlar kalıyor.
10, 20, 30 yıl geçiyor. Senin çocuklarını eğitecek olan adamları eğitecek olan adamların kalitesi gittikçe düşüyor.
“Beyin göçü” de cabası.
Kaç para tasarruf ettin bu yöntemle? Hesaplanabilir… Elli küsur devlet üniversitesi, her birinde bir kaç yüz öğretim üyesi, şu kadar maaştan…
Peki karşılığında neyi harcadın? Bunun hesabını ben yapamıyorum. Ama, basitinden, 30 yılda gelinen noktayı, bugün tersine çevirmeye başlasak, o bile bir 30 yıl sürer.
Örnek çok ağır oldu. Maalesef fazlasıyla da gerçek. Yazıyı planladığım gibi bitiremeyeceğim, buraya çok yakışmayacak bir söyleyişle, “kal geldi” çünkü…
Kaza yapıp dünyayı bekletenden, üç kuruş zam yapmamak için eleman değiştirenden, özgürlüğünü ucuza satandan bugün bahsedemeyeceğim yani.
Bu yazıyı yazmak, gecenin bir yarısında, bir saatime maloldu…
Peki yazmamak neye malolurdu?
Mustafa der ki
Kesinlikle katılıyorum. Buz dağının görünen kısmını hesaba katıp görünmeyen kısmını unutmak gibi. Bu bakış açısını bütün yöneticilere kazandırmak gerekir.
ahmet alp balkan der ki
blogunuz çok güzel. yazı da öyle 🙂 takibe alıyorum şu dakikadan sonra.
Sertaç Katal der ki
Hocam ellirine sağlık, kesinlikle çok fazla katma değer katılmış peşi sıra harflerle doldurmuşsun bu sayfayı.
Bu yazıyı yazmasaydın ben de yazı üzerine düşünmek için on dakikamı harcamamış olmayacaktım hocam hiç iyi yapmadın … 🙂
emin der ki
çok yerinde bir yazı..
Ozan Akçora der ki
Tebrikler ve Teşekkürler hocam! Yazılarınızın her birisi can alıcı farklı bir noktaya parmak basıyor.