Nasihat, enteresan bir meseledir. Derler ki, hayatta geri kalan herşeyin tersine bir işleyişi vardır. Her şeyi, vermek zor, almak kolaydır. Nasihati ise, vermek kolay, almak zordur.
Yılın son günü, takımla beraber öğlen yemeğine gittik. Orada aramızda “yeni yılda ne düzelteceğiz” diye konuşurken, telefonda mail’a göz attım. Mail sık gelir; çoğu işyerinden gelenlerdir, gmail adresime ise listelerden bir şeyler akar daha çok. Ara sıra da eski öğrencilerden bir şeyler gelir. Bu da onlardan biriydi.
Öğrencinin adını vermesem daha iyi herhalde — ama hikayeyi anlatacağım. Öğrenci kardeşim zor hatırlayacağımı düşünüp, olayı tane tane anlatmış. Kısmen haklı — isim ya da yüz hatırlamıyorum. Ama meseleyi, ne dediğimi gayet iyi hatırlıyorum. Dolayısıyla kendi ağzımdan anlatayım bu kısmını:
Yeditepe’de C dersi verdiğim zaman. Eğer yanılmıyorsam, dersin henüz “servis dersi” tadında olduğu, herkesin aynı kodla aldığı (ES 112) ama bilgisayar mühendislerine açılan sınıfın “ayrı” olduğu zaman. Elektrik-Elektronikte okuyan bu kardeşim, odama geldi. Bilgisayarla çok ilgilendiğini, bu sebepten C dersini benim sınıfımda almak için şartları zorladığını söyledi. Sonra da, Elektrik-Elektronik Mühendisliği’nden Bilgisayar Mühendisliği’ne geçmesinin daha doğru olup olmadığını sordu bana…
Bu tip sorularla çok karşılaşıyorum ben. Gençleri bana “feyzalsınlar” diye gönderen de olur, bana kendisi gelen de. Sorular da, “hayatta ne yapalım” tadındadır genel olarak.
Şimdi kötü haber şu: Çok fazla insan, hatta çok fazla sayıda iyi niyetli insan ve hatta başka yönlerden gayet mükemmel olan bir kısım insan, çok ama çok kötü nasihat eder insanlara. Kötü nasihatin birinci sebebi, çıkar çatışmasıdır. (Dershanelerde çocuklara istedikleri değil, puanın tuttuğu en yüksek bölümü yazdırmaya çalışan saygıdeğer hocalar mesela.) İkinci sebebi, karşısındakinin ne istediğini ve durumunu hesaba katmadan konuşmaktır. Üçüncü sebebi de, kendisinin seçtiği yolu herkes için en doğru, kendi yaptığı işi de en şahane iş zannetmektir.
Genelde insanlar, kafalarına muhtelif kişiler tarafından doldurulmuş yalan yanlış bilgiler ve fikirlerle çıkarlar karşıma. Birinci aşama, “ezber bozma” aşamasıdır. Tersine beyin yıkama operasyonudur bu. (Belki de beyin yıkama aslında bu anlama gelmeli.) Konuştururum onları. Akıllarındaki saçma sapan şeylerin sorgularım. Gerekçelerini sorarım. Aksi örnekler veririm. Neden öyle olmayacağını anlatırım falan…
İkinci aşama, onlar hakkında bilgi edinmektir. Becerileri ne kadar, okuldaki durumları ne, ne yapmaktan hoşlanırlar gibi. Söz onlara gelince, her insan gibi, dilleri çözülür, anlatırlar bir sürü şeyi. Dikkatle dinlerim. Arada doğru anladığımdan emin olmak için, anladıklarımı özetler, teyidini alırım… Ne istediklerini de sorgularım mümkün olduğunca.
Son aşamada, ben konuşurum. Yargılamam. Direkt yönlendirmem. Doğru ya da yanlış demem. Sebep-sonuç ilişkilerini anlatırım elimden geldiğince. Varsa onların aklına gelmeyen, ama yapabilecekleri şeyleri söylerim. İsteğe göre bir kaç hareket planı da anlatırım.
En sonunda da derim ki, “Güzel kardeşim, herkesi dinle, ama kararını kendin ver. Ben senin adına karar veremem, bu kararları ancak kendin verebilirsin.”
Kafası iyice karışmış şekilde ayrılırlar yanımdan genelde. Doğru olan da budur. Bu onları düşünmeye, tartmaya itecektir. Doğru bilgiler de verebildiysem, zarlar doğru yerlere düşecektir.
Bu kardeşi da bu yoldan geçirdim. Sonuçta da, “ne okumak istiyorsan onu oku” tadında bir şeyler söyledim, gönderdim.
O zamanlar, bana kızmış, şimdi mail’ında yazıyor. Beklediği, “geç” diyecek birisiymiş. Elektrik-Elektronik hocalarının hepsi geçiş yapmasına karşıymış. Hepsinin dediği tabii ki yukarıda anlattığım yanlış nasihat kategorilerinden birine giriyor. Birincisine girmediğini umuyorum ben genel olarak, iyi niyetle yapıldığını düşünmek istiyorum; ama yanlış olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Neyse ki, şimdi artık nasihati anlamış mühendis kardeşim. Elektrik-Elektronik mühendisi olmuş arada. Ama mezun olduğu günden beri yazılım işinde çalışıyor. Üzerine Boğaziçi Üniversitesi’nde Yazılım Mühendisliği Master’ı yapmış ama, kendisini hala eksik hissediyor. Benden eksiklerini tamamlamak için yardım istiyor. Edeceğiz elbette, görevimiz.
Elektrik-Elektronik hocalarının nasihatinin yanlış olduğu, gün itibarıyla belgelenmiş durumda. Çocuk da, hangisi doğru, hangisi yanlış söylüyor bilemediği için, sayısal çoğunluğa boyun eğmiş. Nasihat edenler de, bu kardeşimiz adına yanlış kararı vermiş olmuşlar…
İşte tam olarak bu sebepten, ben doğru olanı direkt görsem bile, başkasının adına karar veremem. Adam beş sene sonra dönüp, “sen böyle dedin diye yaptım, bak şimdi ne oldu” diye şikayet etse, yenilir, yutulur, hazmedilir bir durum olmaz çünkü. Ben tutarsız şeyleri gösteririm. Bilgi veririm. Sebep sonuç ilişkilerini anlatırım. Ama nihai karara karışmam.
Nasihat alacaklara bir kaç nasihat edip, konuyu kapatalım:
- Otoriteye zerre kadar itibar etmeyin. Diyene değil, denilene bakın.
- Gerekçeli konuşmayanları dinlemeyin.
- Nasihat ederken, emreder gibi konuşanları dinlemeyin.
- Öncelikle, kendi isteklerinizi ve beklentilerinizi belirleyin.
- Bazen, “emir demiri keser”, yani gerçek anlamda bir şeyleri yapmak zorunda olabilirsiniz. Bunun dışında, mutlaka yapmak istediğiniz şeyleri kovalayın, bir şekilde yapmanız “gereken”leri değil.
- Sizi dinlemeden konuşanlara kulak asmayın.
- Herkese aynı nasihati verenleri takmayın kafaya.
- Akranınızdan nasihat almayın. Muhtemelen sizden daha iyisini bilmiyordur.
- Unutmayın: Hayat sizin hayatınız. Direksiyonu başkasına vermeyin.
Unutmayın, doğru nasihati almak, doğru nasihati vermekten daha zordur…
ironik der ki
“Nasihat ederken, emreder gibi konuşanları dinlemeyin.”
Biraz ironik olmuş sanki?
Yaşar Safkan der ki
Evet ironik olmaya ironik. Yazı dilinin yetersizliğiyle, yazı yazarken de kendini gösteren tembelliğim; artı yazıyı fazla da uzatmama derdi birleşince lezzeti öyle veriyor doğal olarak.
Önce “emir kipinde konuşanları dinlemeyin” diye yazdım. Sonra, kendi yazdıklarım da emir kipinde ister istemez diye buna çevirdim. Halen tam demek istediğimi diyemedim ama.
Uzatalım yazıyı buraya o zaman, okuması opsiyonel yorumları nasıl olsa :-).
Hani adama derdinizi anlatırsınız da… O da cevaba şöyle başlar: “Sen şimdi burdan çık, bölüme git, hemen dilekçeni ver, bölümünü değiştir, eksik derslerini al…” (Yazıdaki konuyu konu mankeni olarak alırsak…) Bu adamın dediğinden hayır gelmez. Nasihat değil, mübarek Kadıköy’e gitme yönergesi veriyor.
Hmm, belki bu laf daha iyi olabilir. “Yönerge verir gibi konuşanları dinlemeyin.”
Evet sanırım bu anlamı daha iyi taşıyor.
ironik der ki
Zaten yazının içeriğinde ve anlatılana karşı herhangi bir itirazım yok, tamamen aynı fikirdeyim.
Sadece o madde kendini çürütmüş onu belirtmek istedim 🙂
Alişan der ki
Biraz da ben tuz katayım bari.
Kendini yadsıyan her önerme yanlış ya da paradoks olmayabilir. Tıpkı Yaşar’ın emir kipindeki cümleleri gibi. Çünkü önerme, bağlamıyla birlikte gerçek anlamını kazanır.
Örnekler çoğaltılabilir:
“Tek kural, kuralsızlıktır!”
“Mantıklı ol, imkânsızı iste.”
“Senin özgürlüğünün teminatı, diğerlerinin özgürlüğüne saygı göstermektir.”
“Her canlı ölümü tadacaktır.” 🙂
…