Dublin var ya Dublin…
Mütemadiyen Kasım.
Dikkat, Ekim değil. Kasım. Yukarıya bakmanın anlamı bile yok. Moral bozuyor çünkü. İçerdeyseniz dışarı, dışardaysanız yukarı bakmamak en iyisi. Bulutlar nereden geliyorsa, sonu yok mübareklerin. Yalnızca deseni değişen fakat hiç kalkmayan, bitmeyen bir battaniye gibi şehrin üstünde. Ara sıra mavi lekeler olsa da üzerinde, esas renk gri…
Bugün, ilk defa, mavi gökyüzünü yeniden gördüm. Eski bir dostla görüşmüş gibi. “Sen Dublin’e uğrar mıydın yahu” diyesim geldi. Hava sıcaklığı da, Kasım ayında 18 derece! (Mayısın dördü Pazar günü olması ayrı, çıkmaz Kasımın son Çarşaması ya bu.)
Gene ne olur ne olmaz dedim, onsekiz monsekiz, Dublin bu… Gömleğin üzerine kolsuz yeleğimi giydim (hayır mavi olan değil, yeni bu, lekeli de değil). Dolaşmaya çıktım. Şehrin her yeri değişik göründü. Havanın sıcaklığından mıdır nedir, şehirde insan koku bile alabiliyor. Deniz kokusu vurdu bir ara bir yerlerden. Yeşillik kokusu. İnsanlar da kendilerini sokaklara vurmuş. Nehir boyunda banklarda oturanlar vardı… Yürüyenler de. Uzun zamandır görünen, yorgun, gri, yılgın yüzü kaybolmuştu Dublin denen şehrin.
Akşam üstü çıktığım gezintiyi, güneş ufka yaklaşırken noktaladım. Eve dönerken bir kaç tane de fotoğraf çektim. Bir tanesi bu yazıya koyduğum fotoğraf. Grand Canal Dock denen yer, kanalın nehre açılan en geniş yeri. Eve (ve doğal olarak Google’a) oldukça yakın. Hava güneşliyken oldukça hoş oluyormuş…
Bu havaların devamını bekliyoruz tabii…
Bir cevap yazın