Artık Latince de başlık atmaya başladım. En azından başlığın yarısı yani.
“Akde Vefa”ya Vikipedi’den bakacak olursanız (Türkçesini kastediyorum tabii) sanki sadece uluslararası hukukla alakalı bir kavrammış gibi anlatılmış. Uluslararası hukuktaki önemi elbette tartışılmaz, ancak kavramın önemi, kişi seviyesinden başlar; uluslararası hukuka kadar gider…
Çok da kompleks bir kavram değil: Biriyle bir anlaşma yaparsan (akit, ahit, sözleşme, anlaşma, pakt, kural, kanun, yönetmelik, genelge, anayasa, hede, hödö, bikbik…) işte ona uymak gerekir. Bu, hukukun temel taşlarından biridir.
Biz Türkler olarak, bunu kavrayabilmiş değiliz…
Adam gibi akit yapamıyoruz.
Doğal olarak sonra da ya uymuyoruz, ya da uyamıyoruz…
Onun yerine teamüller oluşuyor. Teamül de alengirli bir laf gibi duruyor ama, “amel” kökünden türeme, yani iş yapış şekli, yapılış adeti falan gibi bir anlama geliyor. Yani işlerimizi akdettiğimiz gibi değil, “yaptığımız gibi” yapıyoruz.
Bakınız park edilmez levhaları ve sarı-beyaz kaldırım taşları…
Trafik kuralları, nihai olarak insanlar tarafından devlet aracılığıyla, insanlar yararına konmuş kurallardır. Yani bizim kendimizle yaptığımız bir akittir.
O akdi düzgün yapamıyoruz. Yani, sarı-beyaz kaldırım taşını oyuncakmış gibi her yere diziyoruz. (Bilmeyenlere: Sarı-beyaz kaldırım taşı süs değildir. “Buraya park yapılmaz” anlamına gelir.) Park yapılmaz, hatta hiç durulmaz tabelalarını da her yere dikiyoruz.
Durum işe yaramaz bir durum. Yani, verilerden haberi olan biri otursun hesabını yapsın ama, İstanbul’da tüm “park yapılmaz” kurallarına herkes uysa, toplam araba sayısına yetecek park yeri yok! Muhtemelen yarısı bile yok.
Sonuç? İstanbul’un kendi park teamülü var:
– Hocam buradan çekerler mi?
– Çekmezler.
– Tamam o zaman. *park*
Akit dandik. Akde vefa yok. Teamül var. Akde vefa etmeyene de ceza falan yok…
Başka? İş sözleşmeleri ve iş kanunu…
İş kanunu okursanız, aklınız şaşabilir. Yahu ne haklarımız varmış…
Bu haklar pratikte bir işe yaramıyor.
Daha teamüle kalmadan, yapılan iş sözleşmelerinin içeriği bile kanuna aykırı.. (Koca koca şirketler, isim vermeyeyim şimdi…)
Mesela hayatımda iki hafta sürekli izin yapamadım ben. (İş kanununa göre zorunlu.)
Eskaza, hiç kimse bana fazla mesai ücreti ödemedi. (Fazla mesai yaptın mı hiç diyecek gafil var mı aranızda???)
Öte yandan aynı koca koca şirketlerde, işini yapmayan çok… Onlara da bir şey olmuyor…
Akdi akdedemiyoruz… Vefamız da olmuyor…
Yazılım aleminde proje sözleşmesi yapıyoruz.
İçerik belli değil, muğlak.
Ama süre kesin. Para da kesin.
Parayı veren “ben nasıl olsa istediğim her şeyi kakarım” diye imzayı atıyor.
Projeyi yapan da, “nasıl olsa ağlarım ederim, süreyi aşarsa parasını alırım” diye imzayı atıyor.
İki tarafın da akit gibi akit yapma veya akde vefa etmek gibi bir niyeti yok…
Sonuç? Kervan yolda düzülüyor. Acayip bir teamüller zinciriyle iş yapılıyor. Daha iyi ağlayan, daha iyi baskı yapan, daha iyi insan ilişkilerini kullanan kazanıyor… Hatta, daha sahtekar olan, daha çok yalan söyleyen…
Akdi akdedemiyoruz. Vefamız da olmuyor.
Anayasa… Oy oy oy.
Akitleri, uymak için değil, göstermek için yapıyoruz…
Bir de, içimizde akde vefa etmek isteyen, ağzından çıkan sözü akit sayanlar var…
Olan onlara oluyor.
Bir cevap yazın