Hiç kumarhaneye gittiniz mi? Biliyorum, Türkiye’de yasaklandı, gitmek pek kolay değil. Kıbrıs’ta var ama hala. Canım gitmediyseniz de, filmlerden, dizilerden falan görmüşsünüzdir. Bilirsiniz kumarhanenin ne olduğunu.
Orada, şu meşhur “tek kollu canavar” denen makinalar vardır. Canavardır bunlar gerçekten. Bunlarla sürekli oynadığınızda, kaybedeceğiniz garantidir. İçinden geçen paranın %1 ile %2 arasındaki bir miktarı, içerde kalır, bir daha dışarı çıkmaz. Yani ancak kardan zarar eder.
Çok başarılır bu cihazlar ama. Bizi göstere göstere soyarlar. Nasıl mı? Psikolojiye oynayarak. Attınız paraları içine (ya da jeton, her neyse). Çektiniz kolu. Kaybettiniz. Ne olur? Cevap basit. Hiç bir şey olmaz. Sessizlik. “Ahahaha nasıl da kaybettin” falan gibi bir yazı çıkmaz. Üzücü bir ses çıkarmaz. Sanki o kayıp hiç olmamış gibi. Sakince, bir daha para atmanızı bekler. Bir daha kaybedersiniz. Yine sessizlik. Hiç istifini bozmaz tek kollu canavar. Sizi üzmek istemez çünkü. Üzülürseniz, gidersiniz. Peki ya kazanınca? Çanlar, ışıklar, hatta paraların döküldüğü yer bile davul gibi ses çıkartır. Alt tarafı beş kuruş para verse de, ortalığı yıkar. Maksat nedir? Kazandığınızın altını mümkün oldukça çizmek. Yüz kere kaybedip, bir kere kazansanız, toplamda zararda olsanız bile, kendinizi iyi hissedersiniz. Oynamaya devam edersiniz. Kumarhane kazanır. Siz de ölçüsünde oynamayı biliyorsanız, verdiğiniz para karşılığında eğlenir, gidersiniz.
İnsanlar olarak, şu tek kollu canavarlar kadar olamadık.
Neyin altını çizeceğimizi, nelere sessiz kalacağımızı öğrenemedik.
Dengesine bile varamadık.
İyi, doğru yapılınca, normalden sayılır o. Sessizlikle karşılanır. Memnun olsak bile, bir şey söylemeyiz. Ya da kuru bir teşekkür.
Yaptığımız iyilik de, bir süre sonra görevimiz haline gelir hep, nedense.
Ah ah ah… Bir de yanlış bir şey yapılmasın. Feryat figan, olay çıkar. Nedense hatalar, doğa kanunlarına aykırı bir şekilde, ışık hızından daha hızlı yüzümüze vurulur. Yüz doğrudan sonra bir yanlışa tahammülümüz olmaz. Hem de, sesli, ışıklı gösterilerle.
Şikayetçiyim ben. Bunu böyle yapanlardan.
Hep olmamışa, hep yanlışa odaklananlardan.
İnsanları ne yaptıklarıyla değil, ne yapamadıklarıyla değerlendirenlerden.
Negatif insanlar.
Tabii, demiyorum ki, olumsuzlukları pas geçelim, söylemeyelim… Öyle kalsınlar…
Ama bir denge tutturalım.
Olumsuz kadar olumlunun da altını çizelim. Doğruyu görünce de, aynı kuvvetle altını çizelim.
Pozitif olmaktan kimse ölmedi… Gerçekten!
Bir cevap yazın