Size, sadece kan, zahmet, gözyaşı ve ter vaad ediyorum. — Winston Churchill (13 Mayıs 1940, İngiliz Parlamentosu)
Size, planlama, ölçme, tahminleme, risk yönetimi ve bilgi çalışanı yönetimi vaad ediyorum. — Yaşar Safkan (12 Mart 2016, Şişli’deki evinde)
Sanırım yazılarımın bir grup müdavimi oluştu artık. Yazıların okunma sayısı 5000’i geçiyor — epey bir insana ulaşıyor yani. Yazıları yazılım ve yazılım yönetimi üzerine yazıyorum; ancak yazılımla ilgili söylediklerim çoğu bilgi çalışanını (hatta diğer insanları), yönetimle ilgili söylediklerim de epey bir kitleyi ilgilendiriyor. Mesela, “Yazılım Kariyerinin Başındakilere Ukalalıklar” yazısı tahmin ettiğim üzere, “Neden Türkiye’de Hasan Beyin Takımı Olur Da, Beyin Takımı Olmaz” yazısı da tahmin etmediğim üzere (yazının içinde “tutmayacak” diyorum) epey başarılı oldu ve çok sayıda insana ulaştı.
Bu yazıların, ve “Agile: Türk Kaşığıyla Amerikan Çikolatası” tarzı yazılarımın ortak noktası şu: Sorunlara parmak basıyorum. Yanlışlıklara, ikiyüzlülüklere, kifayetsizliğe, cehalete saldırıyorum. Zaman zaman “giydiriyorum”, hem iyi de giydiriyorum. Okuyanlar, kendi yaşadıkları problemleri buldukları için, birbirlerini dürtüyorlar, “bak oğlum adam nasıl giydirmiş” diye. Bu kötü bir şey değil elbet, insanlar en azından olanların sadece kendi başlarına gelmediğini, kendilerinden başka birilerinin de aynı şeyleri yaşadığını öğreniyorlar.
Bunlar, “çoban köpeği” davranışına denk geliyor. Yani, kurtların koyunları ısırmasına engel olmaya çalışmış oluyorum. (Benzetmeyi yanlış anlamayın, koyun derken, iyi niyetli ve savunmasız benzetmesi yapıyorum, aptal ve sürü psikolojisiyle hareket eden benzetmesi değil.) Yeterli sayıda çoban köpeğimiz olmaması, yazılım aleminin sorunlarından biri. Ancak çok sayıda çoban köpeğimiz olsa da, bir eksiğimiz daha var: Çoban.
Çoban, koyunlara yol gösterir.
Sıra artık çobanlığa geldi… Yani, konu yazılım ise, “ne yapmamız” gerektiğini anlatmanın zamanı. Yoksa, “eleştirmek kolay tabii”, “ya ne yapsaydık”, “bu işler böyledir” tarzı eleştirilere hedef olmak işten bile değil.
Bu yazılım işini, sürdürülebilir, tahminlenebilir, yönetilebilir ve içinde yaşanabilir şekilde yapmak mümkün mü? Evet mümkün! Öğrenmek ne kadar sürer? İşin ne yönünü öğrenmek istediğinize göre değişir. Birkaç yıl (doğru) eğitim, üzerine de birkaç yıl (doğru) deneyim eklersek, bu iş olur. Yani aslında toplamda dört-beş yıllık bir süreçten bahsediyoruz.
Elbette bir yazıdan veya yazı dizisinden, böyle bir eğitsel ve deneyimsel bir getiri bekleyemeyiz. Yani, ben size burada yazılım aleminde doğru iş nasıl yapılır eğitiminin tamamını veremem. O zaman boşuna mı kürek sallıyoruz? Tam da değil… Nasıl mı? Anlatmaya çalışayım:
Vilfredo Pareto, 1848-1923 tarihleri arasında yaşamış İtalyan mühendis, ekonomist, filozof… falan. İtalya’da toprakların %80’inin sahibinin, nüfusun %20’si olduğunu, aynı şekilde gelirin %80’ini nüfusun %20’sinin kazandığını gözlemlemiş. Daha sonra, Joseph Moses Juran (yine mühendis ve yönetim danışmanı) prensibin adını “Pareto Prensibi” olarak koymuş ve yaygınlaştırmış…
Pareto prensibine 80-20 kuralı da deniyor. (Bazen 90-10 da olabiliyor.) Doğada sıklıkla görülen dağılımlarda gözlemlenebiliyor, yani teorik temeli de yok değil. Mesela, gelirin %80’i müşterilerin %20’sinden gelir…
Biz de burada, Pareto prensibini kendi lehimize kullanmaya çalışacağız. Bu sıklıkla zor bir meseledir; çünkü faydanın %80’ini hazmedilen materyalin %20’si sağlar, ancak hangi %20 olduğunu bilmek zordur. Burada, marifet bana kalıyor. Becerebilirsem, faydanın çoğunu sağlayacak az miktardaki kristalize bilgiyi, anlaşılabilir şekilde sunmaya çalışacağım.
Nasıl olacak?
“Neden Türkiye’de Hasan Beyin Takımı Olur Da, Beyin Takımı Olmaz” yazısında, bir kısmıyla tanıştığımız karakterlerimiz var. Bu karakter listesini biraz daha genişleteceğiz, sonra her birinin durumlarını, sorunlarını masaya yatıracağız. Daha önemlisi, çözüm için alınması gereken aksiyonları da inceleyeceğiz. Dizinin en sonunda da, dönüp “Ne oldu şimdi, ne demiş olduk?” diye bir değerlendirme ile diziyi kapatacağız.
Şimdi karakterleri tanıyalım:
Mehmet Çalışkan: Elinizi rastgele yazılımcı havuzuna daldırırsanız, büyük olasılıkla bir Mehmet Çalışkan yakalarsınız. Özellikle kötü değil, ama özellikle iyi de değil. Özel olan özelliği, çalışmaktan ve çabalamaktan yılmaması. En kötü özelliği, kompleks problemlerle karşılaştığında, ne yaptığını bilmeden işi halletmeye çalışmak. İyi niyetli, ancak kalabalık gruplar halinde davranışlarının beklenmedik sonuçları olabiliyor. Problemi, kendisini yönetmeyi ve gerçek anlamda verimli çalışmayı bilmemesi.
Ahmet Yıldız: Az sayıda bulunan yıldız yazılımcı. Kompleks problemlerle karşılaştığında, iyi bir çözüm bulmadan için rahat etmez. Özel olan özelliği yetenek; zor durumlardan yetenekleri sayesinde kurtulmaya alışık. En kötü özelliği, kendisi gibi yıldız olmayanlarla ve ona “iyi bakmayı” bilmeyen yöneticilerle uzun vadeli birlikte çalışmayı bilememesi. İyi niyetli, ancak haketmediğini düşündüğü durumlara düştüğünde, ortam terk eder. Problemi, zaman zaman işin insani boyutunu unutması; yeteneğinin işlerin yolunda gitmesi için yeterli olması gerektiğini düşünmesi.
Hasan Düdük: Tipik yazılım müdürü. Yani, yazılım yönetmek için herhangi bir eğitim görmemiş, bir günde “sihirli değnek” yöntemiyle müdürlüğe terfi etmiş eski yazılımcı. Özel olan özelliği, yukarıdan gelen emirleri aşağı, aşağıda üretilenleri yukarı iletmeyi yöneticilik sanması. En kötü özelliği, korkunun onu ondan alması. Niyeti belirsiz, hedefi “bir şekilde” yönetim merdiveninde daha yüksek basamaklara çıkmak. Problemi, yönetimin “başka bir iş”, yazılım yönetiminin “bambaşka bir iş” olduğunun farkında dahi olmaması.
Hüseyin Borazan: Direktör, GMY (Genel Müdür Yardımcısı), adına ne derseniz deyin. Borazan, ama başkasının borazanı. Hasan Düdük’ün, “kendi imkanlarıyla” başarılı olmuş hali. Bir adım daha yukarı terfi etmiş, ancak halen yönetimden anlamadığı gibi, yönetici yönetmekten de (ki o da daha başka bir iş) hiç anlamaz. Özel olan özelliği, kendisini artık dağlar ve bulutlar seviyesinde sanması; ayağının yere basmasına gerek olmamasını düşünmesi. En kötü özelliği, hiç bir şey yapmamakla, her ayrıntıya karışmak arasında gidip gelmesi. Artık tam sistemin adamı olduğu için, iyi veya kötü niyetli değil; hedefi bulunduğu koltukta mümkün olduğu kadar uzun oturabilmek. Problemi, kendi seviyesinde ne iş yapması gerektiğinin farkında olmaması ve kendisini dünyadan soyutlamak istemesi.
Veli Girişken: Girişimci, bazen de genel müdür. Özel olan özelliği, teknolojiden ya hiç anlamaması, ya da çok az anlaması. En kötü özelliği, yazılımı “yapıp bitirilecek” bir iş gibi görmesi. Problemi, altındaki adamların ne durumda olduğundan haberi bile olmaması; sıklıkla da konu hakkında bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak ve karar vermek zorunda kalması.
Karakterler aşağı-yukarı bu kadar. Hikaye esnasında belki konuk oyuncular da türeyebilir; göreceğiz.
Yazılım yönetiminde mutluluğa doğru…
Halil İbrahim Kalkan der ki
Heyecanla bekliyoruz devamını!
Necmettin Begiter der ki
Bir şekilde bilişimle ilgili olan herkesin mutlaka okuması gereken bir yazı. Her zamanki bir harika bir dille yazılmış. Ellerine sağlık.