İnsanın en ayırd edici özelliklerinden biri, “tanımak”tır…
Tanımak nedir? Şöyle bir tanım getireyim (tamam, tanım lafı da aynı kökten, biraz dairesel olduğunun farkındayım ama idare edeceksiniz): Tanımak, bir “şey”in modelini kendi zihni içinde oluşturmaktır.
Böyle deyince, hemen vecize de yumurtlayalım: İnsan tanıyan hayvandır.
Kendini tanımak neden zordur? Kendi zihninizde, kendi modelinizi oluşturacaksınız. Tabii bunu yapmaya çalışırken, kendinizi de değiştirmiş oluyorsunuz. Kendini tanımak, kendi kuyruğunu kovalayan köpek gibi bir gayrettir sonuçta. Hiç bir zaman tamamalabilir değildir. Bazısı bu zorluğu farkedip, erkenden havlu atar buna.
Kendini tanımadan, kendini değiştirmek, düzeltmek de mümkün değildir.
Konu dağıldı gene, ama gayretle hizaya getirelim. Yazıyı beğenmeyip silersem, blogu yine “ihmal etmiş” olacağım, çok işime gelmiyor.
“İnsan başkasını kendisi gibi bilir” derler. Doğrudur. Biraz doğal tembellikten olur bu. En az bilgiyi aklımızda tutarak birilerini tanımaya çalışırız. Referans olarak kimi alacağız? Kendimizi doğal olarak. Dolayısıyla, herkes başlangıç olarak, karşısındakini kendisi gibi bilir.
Hata tabii.
Şöyle bir şey de oluyor: İnsanlar genellikle, “anlaşabildikleri”, “beğendikleri” insanları çevrelerine topluyorlar. Bunlar da şu ya da bu yönden kendilerine benzeyen insanlar oluyor. Aynı telden çalabildikleri diyelim en azından. Bunları kolay tanıyorlar, kolay seviyorlar…
Tabii hayat böyle geçmiyor. İster istemez, “o diğer” insanlarla da şu ya da bu sebepten ilişkiler kuruluyor. Yani simitçiyle konuştuğunuzdan bahsetmiyorum. Bunlar yüzeysel, kültürel olarak tanımlı protokollere uyarak başarmayı öğreniyoruz bu günlük, yüzeysel ilişkileri. İşler daha derinleşince, daha yakın olmak zorunda kalınca değişiyor işler.
Kendinizi insanları tanıyor, biliyor zannederken, bakıyorsunuz ki, kafanızda buna denk gelecek herhangi bir model yok. Öngörü gücünüz, “tahmin”den öte geçemez hale gelmiş.
Tabii bunlar da “genel hayat tecrübesi” hanesine yazılıyor.
Bakalım daha neler göreceğiz.
Bir cevap yazın