Yazılar, gündemlerden uzun yaşıyor; özellikle ülkemizde. Bu sebepten, önce özetler…
Yirmi yaşındaki üniversite öğrencisi Özgecan Aslan, Tarsus civarında, bindiği minibüsün şoförü tarafından, (en azından) tecavüz teşebbüsüne uğradı, anlaşıldığı kadarıyla direnince bıçaklanarak öldürüldü, şoförün bir arkadaşı ve babası yardımıyla, dere yatağına atılıp yakıldı. Durumu da ortaya görevini iyi yapan jandarmalar çıkardı.
En azından iddialar böyle.
Arkasından, Mersin barosu, CMK gereğince dahi olsa, zanlıları savunmayacağını ilan etti.
Sonra, durumdan istifade, “pembe otobüs yapalım kadınlar onlara binsin” diyen oldu.
Özgecan’ın cenazesinde, kadınlar imamı falan dinlemeyip, tabutu taşıdılar ve en önde saf tuttular.
14 Şubat gecesi ve 15 Şubat sabahı itibarıyla da (bugün) Twitter’da bir #sendeanlat tag’i türedi ki, yüzlerce, binlerce kadın başından geçen taciz olaylarını anlatıyor.
Yaklaşık bir saattir bunları okuyorum.
Okurken önce rahatsız oldum. Sonra midem bulanmaya başladı. Şu anda ise, haşat durumdayım.
Toplumsal olarak o kadar beter bir yerdeyiz ki, bırakın kolun kırılmasını, kol kıymaya dönmüş, yen içinde sucuk üretmişiz de haberimiz yok. Bir erkeğin hiç yaşamadığı şeyler, kadınların günlük hayatının öyle bir parçası olmuş ki…
Toplumun giderek kapalılaştığı son yıllarda, sayılara bakarsak, kadına karşı işlenen suçlar artışta. İşin kötüsü, bunlar sadece adli kayıtlara geçenler. Kadınların yaşadığı baskının, korkunun, fiziksel iz bırakmayan ama psikolojilerini yaralayan olayların hesabını ise kimse bilmiyor.
Çözümü de halen, daha kapalı olmakta, daha ayrık yaşamakta arıyoruz.
Olaya zerre kadar analitik yaklaşabilmiş değiliz. Genel insan durumunu analiz etmek yerine, bütün durumu “aman erkeklerin dürtülerinü dürtmeyin” eksenine oturtmaya çalışıyoruz. Kadın paketlensin köşeye konsun, erkek ihtiyacı olunca paketi açıp kullansın. Bunda kadının herhangi bir söz hakkı olmasın. Kadın kazara bacağının köşesini gösterirse, erkeğin ona yapacakları mubah olsun, kadın “kaşınmış” sayılsın.
Bir de “kirlenme” meselesi var ki, değme gitsin. “Kirlendi” diye ya öldür, ya “kirletene” teslim et. Hangisi daha kötü tam çıkaramıyorum.
İnsanın tüm algıları, göreceli çalışan algılardır, hiçbiri “mutlak” değildir. Mesela, gece bilgisayarın güç LED’i uykumu kaçırabilirken, gündüz yanıyor mu yanmıyor mu göremiyorum bile. Kötü kokular ancak bir süre rahatsız edebiliyor; sonra duymuyoruz bile onları.
Cinsel algılar da böyle çalışıyor. Yani, erkek, cinsel olarak bir “davet” algılamaya çalışıyor. Neyin “normal davranış ve durum” neyin “cinsel davet” olduğu ise, göreceli olarak algılanıyor. Yani plajda mayo giyilmesi normal algılanırken, kız arkadaş kış ortası eve gelip paltoyu çıkartınca bikiniyle kalıverirse, bu çok şiddetli bir davet etkisi yaratıyor.
Ben hep kadın-erkek karışık ortamlarda bulundum. Sadece bir kere, o da 29 gün askerlik yaptığım zaman sadece erkeklerden oluşan bir ortamda kaldım. On gün kadar bizi kıtadan dışarı çıkartmadılar. Dokuzuncu gün, kan testi için hemşireler geldi. Hepimizi sıraya dizip kan almaya başladılar. Sıra bana geldi. Hemşirenin karşısına oturdum, kolumu uzattım. Hemşire de, böyle alımlı çalımlı süslü değil, ama bıyıklı da değil, bildiğiniz hemşire. Ama, amanın o da ne? Kadın kokusu geliyor! On gündür herif, herif, herif öyle bir hale gelmişiz ki, kadın kokusu bir acayip geldi. İlk defa o zaman anladım durumun acayipliğini.
Erkeğin dürtüleri dürtülmesin diye, kadını sarıp sarmalıyorsun, gözleriyle ayakları görünür kalıyor. Bu durumda o kadar uyaransız kalyor ki erkek, algılar öyle yükseliyor ki, değerlendirmesini ve beğenmesini kadının ayağından yapabilir hale geliyor.
İki hayat tarzı kesişince de, daha büyük dertler çıkıyor ortaya. Baskı altında yetişmiş erkekler, en ufak davranıştan sonuç çıkarmaya eğilimli oluyor. Kadın güldü mü? Davet. Göz göze mi gelindi? Davet. Etek mi giymiş? Kesin davet!
İşin içinde açlık da varsa (her zaman olmayabiliyor; sadece kapalılık yeterli olabiliyor) o açlığı tatmin için, beyin yapılacak şeylere kulp da üretmeye başlıyor. “O da mini etek giymeseydi.” “Aranıyor olmasa bu saatte burada işi ne?”
Halbuki durum bu değil. Ortada dönen asimetrik bir durum var evet; bu da insanın eş seçme süreci. Kadınların güzel görünmek istemesi, erkeklerin de bu güzelliği çekici bulması, doğanın kanunu. “Normal” diyebileceğimiz durum, kadının güzel ve çekici görünmesi, erkeğin ona kur yapması (bu çok karmaşık bir süreç) ve kadının seçimiyle durumun ilerlemesi…
Bunun tüm akış yollarını kesmişiz. Kadın güzel görünmesin, hatta hiç görünmesin. Erkek kur yapmaya kalkarsa dövelim gönderelim. Yani, sonucu evlenmeye gidecek bile olsa, her erkek bir dayak yeme tehlikesinden geçiyor bu kültür dahilinde.
Sonra, hayatında kadın görmediği için, onları başka türden mahluk ya da mal sayan, onlarla nasıl konuşacağını bilemeyen, hormonları veya tatminsizliği başının tepesinden aşmış erkek ordusu yaratılması. Bunun yanısıra, normal olarak güzel görünmek isteyen kadınların baskı altına alınması, bu yaratılmış erkek ordusu, bunlara “yapacağını” yaptığı zaman, suçu aslında normal insan davranış gösteren kadınlara yükleme eğilimi. Bunun sonucunda, kadınların korku, taciz, tecavüz, cinayet tehdidi altında bir ömür yaşamaları. Hatta, hayatında şu yada bu şekilde hiç tacize uğramamış kadının mevcut olmaması…
Dünyayı algılamak, beni gerçekten çok üzüyor artık. Daha kadını insandan sayamayacak kadar geriyiz.
“Norm”un sapıklık olduğu bir topluma hayır demek lazım.
Dün geceden beri kadınlar Twitter’da akıtıyorlar dertlerini.
Umarım sel olsunlar. Umarım bu toplumu temizleyecek güce erişsinler.
Harun Fesleğeniyemeğinekoyanoğulları der ki
Konu trajik. Olanlar insanlık dışı. Yazacaklarım tebessüm için. Af ola.
Tüm yazdıklarına katılıyorum da, “kız arkadaş kış ortası eve gelip paltoyu çıkartınca bikiniyle kalıverirse, bu çok şiddetli bir davet etkisi yaratıyor” ifadenden, sanki bu davranış davet olmazmış havası çıkıyor. Buna katılmıyorum. Bal gibi de davet olur 🙂 Düşünsene kışın ortasında, palto çıkıyor, içinden bikinili kız arkadaşın çıkıyor, senin evinde! Bu tanıma giren her hangi bir vukuatın sonunda, 1 saniye bile sürmez “davetin” çift taraflı kabulü! 🙂