Usta ve çırak.
Bu ikilinin tarihinin tam olarak ne kadar eskiye dayandığını bilmiyorum. Ama, sınırlı tarih bilgimle de olsa, en azından binlerce yıldır böyle bir şeyin olduğunu fazla da korkmadan söyleyebilirim.
İnsan bilgisinin aktarımının en esaslı şekli, bu ikili arasında gerçekleşir. Aradaki anlaşma basittir: Usta, ilgili konuda bildiği her şeyi, bir şey saklamadan çırağa aktarmaya, zaman aşamasında onu da ustalaştırmakla sorumludur. Buna karşılık, çırak da ustanın dediklerini yapmaya, ona yardımcı olmaya ve elinden gelenin en iyisini yapmaya söz verir. Bu durum hiçbir zaman yazılmaz, hatta dile bile getirilmez. Ancak, bir şekilde herkes usta-çırak ilişkisinin bu anlama geldiğini bilir.
Usta ve çırak birlikte çalışırlar. İşler birlikte yapılır, bunun sonucunda çırak iş ile ilgili teorik ve pratik tüm bilgileri ustasından alır. Zaman aşamasında, eski usta emekli olurken, eski çırak da yeni usta oluverir. Bu şekilde, bilginin neredeyse eksiksiz aktarımı sağlanır.
Şimdi diyeceksiniz ki, bu muhabbetin “Üniversite” başlığı altında işi ne? İşi şu: Aslında, üniversite bünyesinde dahi, eğitimin en kralı bu usta-çırak modeliyle verilir. Lisans düzeyindeki derslerden bahsetmiyorum elbette. Onlar öğrencidir, çırak değildir. Öğrenciler, gelecekte profesör (geniş anlamıyla, öğretim üyesi olarak bahsediyorum) olmak üzere eğitim almazlar. Üniversitedeki çıraklar, doktora öğrencileridir. Onlar geleceğin profesörleridir. Aynı berber çırağı gibi, bir yandan işlerini öğrenirken, bir yandan da gönüllü kölelik yaparlar.
Bir cevap yazın