Eski Gırgır’daydı sanırsam. Muhlis bey diye bir karakter vardı. Peltek konuşan, çifte bıyıklı, genel olarak salak bir karakterdi. Karikatürlerine bayılırdım. Şimdilerde de muhtelif dergilerde kendisi ve türevleri boy gösteriyor zaman zaman, ama eski tadına ulaşmadı. Ya da bana eski tadını vermiyor.
Onun karikatürlerinden birini çok iyi hatırlıyorum.
Karenin sağ altında, uzakta yerde görünen bir vantilatör var. Solda ise, vantilatörden epey uzakta, yakın planda Muhlis bey var. Burnu güzelce sarılıp sarmalanmış sargı beziyle. Konuşma balonu şöyle diyor: “Vantilatöl böle uzzaktan taha iyi…”
Kırılmıştım buna gülmekten. Serinleyeceğim diye vantilatöre iyice yaklaşıp burnunu kaptırmış ve sonradan bundan “ders çıkartmış” bir Muhlis bey çok komik bir şey çünkü.
Şimdilerde ise kendimi o vantilatöre benzetiyorum.
Vantilatör enteresan bir şeydir.
Hava serinken, kimsenin aklına bile gelmez. Orada olsa bile, kimse dikkat etmez.
Hava ısınınca akla gelir. Bulunduğu yerden çıkartılır. Güzel bir yere oturtulur.
İyice sıcaklamış olanlar rüzgarının önüne geçer, biraz durur serinlerler.
Yaklaşanları iyice serinletir. Oh dedirtir.
Ama Muhlis bey gibi fazla yaklaşanlar… Kanatlarına çarparlar. Canları acır.
Vantilatör gibiyim.
İşler yolunda giderken değil, problem çıktığında akla gelirim.
Problemi halletmek, çevremdekileri rahatlatmak için elimden geleni yaparım.
Zorluk ne kadar fazlaysa o kadar sakin olurum.
Ama…
O “çok yaklaşan”lar var ya.
En yakınlarım.
Kanatlarım çarpıyor onlara böyle zamanlarda.
Hele yüksek devirde çalışırken.
Şunu öğrendim: Yakınlarını kendinden korumak ve kollamak diye bir şey varmış.
Kendinden.
Vantilatör olmaktan şikayetim yok. Ama yakınlarımı kendimden korumam lazım. Şu metal kafeslerden gerek. Muhlis bey burnunu sokamamalı. Yakınlarıma kanatlarımı çarptırmamalıyım.
Bir cevap yazın