İlk defa Google’da duyduğum bir laf var: “Haklıysan ukalalık değildir.”
Uzun zamandır, kariyerinin başında olan yazılımcılara hitap eden bir yazı yazmadım gibi geldi bana. Halbuki, çeşitli sebeplerden yaptığım iş görüşmelerinde, kariyerinin başındaki insanlara anlattığım şeyler var; bunları hiç de yazıya dökmemişim.
Elbette, kariyerine herkes aynı yerden aynı amaçla ve aynı bakış açısıyla başlamıyor. Ancak, halen tüm durumlardan distile ederek söylenebilecek bazı şeyler var. Bazılarında haksız da olabilirim. Yani, aşağıdaki ukalalıklarla ilgili standart uyarı geçerlidir: Caveat Emptor.
Yazılım kariyeri nerede başlar?
Yazılım kariyeri, “ben hayatımı bu işten kazanacağım galiba” dediğiniz noktada başlar. Tabii, tam o noktanın neresi olduğunu ben bilemem. Onun için, verdiğiniz kararların geleceğinizi daha derinden etkilediği bir noktadan başlamak uygun düşer. Aslında, bu çizgiyi mezuniyet anına çizmek mantıklı gibi; ama birazdan açık hale gelecek sebepler yüzünden, üniversitenin son sınıfının başlangıcına çiziyorum.
Üniversitenin son sınıfına gelindiğinde, mezuniyet artık ufukta görünür. Yani, yaz aylarında elde diploma olması ihtimali oldukça yükselmiştir.
Verilecek karar önemli: Mezun olunca ne yapacağım?
Büyük dilimli olasılıklar şunlar:
1. Akademik kariyer yapacağım. Bu bir yol tabii. Ama aslında yazılımcılıkta bir kariyer değil. Neden burada yazıyorum bunu? Aradaki farkın altını çizmek için. Yüksek lisans, doktora, yardımcı doçent, doçent, profesör, mezar sıralamasıyla hayatı yaşamak demek bu. Sadece yüksek lisans yapmak akademik kariyer değildir elbette. Bunu seçecekseniz, ne yapacağınız bu yazının konusu değil. Selametle!
2. Yüksek lisans yapacağım. Yüksek lisans, olur. Yüksek lisans derken, teknik yüksek lisanstan bahsediyoruz elbette. MBA tarzı şeylerin, hemen yapılması hayırlı değil. Eğer mezun olmakta olduğunuz okul, isim ve algı itibarıyla “parlak” bir okul değilse (veya siz öyle düşünüyorsanız) ismi daha parlak olan bir okulda yüksek lisans yapmak, sizin piyasa değerinizi; dolayısıyla kariyerinizi yükseltecek bir seçim olabilir. Özellikle de bölümünüz, yazılımcı arayan iş ilanlarında istenen bölümler listesinde yoksa, daha “parlak” bir okul olmasa da, ilgili bölümlerden birinde yüksek lisans yapmak durumu toparlayabilir. Bu durumda alacağınız aksiyon, not ortalamasını mümkün oldukça yüksek tutmak, gereken başvuruları vaktiyle yapmak gibi şeyler olacaktır.
3. İş arayacağım! Oldu. Bunun avantajı, kariyere hızlı giriş yapmaktır. “Seneyle tecrübe” fetişi olan yerlerde, size avantaj da sağlayacaktır. (Bu yerler pek de az değil.) Aslında, bu madde yüksek lisans esnası veya sonunda yapılacaklarla da aynı yere çıkıyor. Bu durumda, en büyük mesele, işe ilk giriş anındaki “herkes tecrübeli eleman arıyor, tecrübeyi nereden alacağım” rezillik ve ızdırabından nasıl kaçınılacağıdır.
Şimdi, hayat bilgisi dersi… (İlkokul üçte bitti bu ders, neden hiç anlamadım.)
Şirketler, para kazanmak ve kâr etmek amacıyla kurulurlar. Şirketteki insanların iyi niyeti bu durumu değiştirmez. Her kurum gibi, şirketler de kendi varlıklarını korumak için gerekenleri yaparlar.
Yeni mezun biri, işe başladığında, faydalı hiç bir iş üretecek durumda değildir. Bir yazılımcının iş üretecek hale gelmesi uzun süre alır. Uzun dediğimiz sürenin dağılımın ortası altı ay ile dokuz ay arasına düşer; uç durumlarda üç aya kadar düşebilir veya sonsuza ıraksayabilir.
Bu süre içinde, yeni mezun kıymet üretmediği gibi, bir şeyler öğrenebilmek için mevcut elemanlardan birini sakatlar. Sakatlar derken, kıymet üreten bir elemanın zamanının yarısı kadar zamana malolur. Yani, her ay, yeni mezun, kendi maaşı artı üretken bir elemanın maaşının yarısı kadar bir maliyet getirir. Normal şartlarda, elemanın kendisini amorti etmesi iki yılı bulacaktır.
Elbette burada bir yanlışlık var.
Yeni mezunlar neden hiç bir işe yaramıyor?
– Okullarımız maalesef fildişi kulelerden oluşuyor. Gerçek anlamda piyasada işe yarayacak şeyler çok hızlı değişiyor ve biz bunları okulda verilmesi gerektiği şekilde veremiyoruz. Çünkü, üniversitelerimizle endüstrimiz birbirinden oldukça kopuk. (İstisnalar kaideyi bozmaz. Gidin.)
– Aslında “staj” dediğimiz uygulama, bu duruma çözüm olarak düşünülmüş bir şeydir. Ancak, staj bazı okullarda mecburi değil, mecburi olan yerlerde de, en fazla yılda iki aylık bir sürede yapılmaya çalışılıyor. Yeni mezun altı ayda üretken hale gelirken, iki aylık stajyerin hiç kimseye hiç bir faydası yok; sadece maliyeti var.
İşte bu sepeten, esas eğitim işyerinde gerçekleşiyor. O da gerçekleşirse. En çok aranan, iki-beş yıl arası tecrübeli eleman. Yani, işe yarar hale gelmiş, ancak henüz tam hakkını arayacak kadar akıllanmamış dolayısıyla maliyeti yükselmemiş elemanlar. Şirketler, bu eğitim maliyetini üstlenmek istemedikleri için, tecrübeli elemanlar arıyorlar…
Ne yapacağız o zaman?
Staj bir işe yaramaz. Çay getirip oyuncak işlerle uğraştığınızı herkes biliyor. Gerçekten bir şeyler yaptıysanız da, bunu potansiyel işverene anlatmakta size başarılar dilerim.
İşe yarayacak olan şeylerden biri, son sınıfta veya yüksek lisans esnasında part-time bir işte çalışmak. Bunun mezun olunca avantajı belli; algısal olarak eğitim maliyetinizin bir kısmı eksilmiş olacak. Yada, part-time çalıştığınız yerde işi full-time’a çevirme ihtimaliniz var.
“Güzel de, mezun olunca yaşayacağımız zorluğu, part-time iş ararken yaşamayacak mıyız?”
Tam olarak değil. Elbette, “kurumsal” tâbir ettiğimiz yerler mezun olmamış insanı işe almak konusunda oldukça çekingendirler. Ama, küçük şirketler ve startup tarzı yerler, son sınıf öğrencilerini düşük maliyetli kaynak olarak görürler. Böyle yerlerde iş bulmanız çok da zor olmayabilir. Zaten öğrenci olduğunuz için, parasal beklentiniz de çok yüksek olmayabilir. Hayatınız muhtemelen alabildiğine düzensiz olduğundan, sizi sömürmeye niyetli (“düşük maliyetli kaynak olarak görmek” bu demek tabii ki) düdük makarnası patronların sizi gece gündüz çalıştırmasına da aldırmayabilirsiniz.
Aldıracağınız şey, ilgili düdük şirketin veya startup’ın, ortaya referans olacak bir ürün veya proje koyup koymayacağı olabilir. Veya, bir sonraki sene sırra kadem basıp basmayacağı. Bu durumlarda, referans veya çalışma ispatı olarak işe yaramayabilir çünkü.
Şimdi gelelim mezuniyet anına…
Part-time tecrübeniz var veya yok, yüksek lisansınız var veya yok. Ancak, artık kariyere kafadan gümbür gümbür girilecek… Fikirler uçuşuyor…
Arkadaşlarla şirket kuralım…
Şirket kurmada bir şey yok. Ama aman dikkat. Başarıya giden yol dar, sağı-solu hendek dolu. Yani laga luga etmeyeyim, açık konuşayım:
– En büyük rakibiniz, kendiniz olursunuz. Düşünün; şirketlerin risk olarak gördüğü, eğitimi zaman alacak adamlardan 3-4-5 tanesini bir araya getirip iş yapmaya kalkacaksınız. Bu tip şirketlerin çoğu, daha proje yerden kalkamadan telef olup gider. Ahmet işi yüklenir, Mehmet işe hiç gelmez, Hüseyin yampiri iş yapar falan… Hem arkadaşlığınız da bozulur, ona göre. Arkadaş olup muhabbet etmek, birlikte iş yapmak hakkında herhangi bir fikir vermez.
– Piyasaya iş yapmaya kalkarsanız, iş almakta çok zorlanırsınız. Ya çok ucuza iş yapacaksınız ve paranızı alamama riski yaşayacaksınız. Projeler, kişisel bağlantılarla verildiğinden, tandığınız falan yoksa, ayvayı yediniz. İnsanların yüzünüze gülmesine aldırmayın. Geçerli tek şey, kağıda atılmış imza veya ödenmiş paradır. Lafla peynir gemisi yürümez.
– Yatırımcılara dikkat! Kendinizi silicon valley’de zannetmeyin. Silkelerler. Adamlar müzakere üstadı. Bir kısmı gerçekten yatırımcı da değil, bildiğiniz dolandırıcı. İş olursa onların, olmazsa sizin olacak şekilde işleri ayarlamada olağanüstü yetenekleri vardır. Bir mentörünüz veya içinizde “anasının gözü” denen tarzda bir arkadaş yoksa, kazığı yediğinizle kalırsınız.
– Startup olayına giriyorsanız, önemli uyarı: Yirmi yıl öncenin başarı hikâyelerine inanıp bugün iş yapmaya çalışıyorsunuz. Hayat artık öyle değil. Oturup, bir-iki yıl kasıp, olağanüstü bir şeyler üretme ihtimaliniz sıfıra yakın. Eğer gerçekten o kadar farklı bir şey üretecekseniz, ne yaptığınızı biliyorsunuz demektir, beni dinlemenize gerek yok. Ama “çok kasınca olacak” kafasındaysanız, bırakın bu işleri. Olmayacak.
Eğer halen şirket işine girecekseniz, bu uyarıları bir kağıda basın. Altına, el yazınızla, “Okudum, anladım.” yazın. Sonra tarih atıp imzalayın. İki sene sonra, dönüp okuyun kağıdı, altındaki imzaya hayretle bakıyor olma ihtimaliniz çok yüksek. Frenklerin dediği gibi: You have been warned.
Şirket kurulmayacaksa, işe girilecek…
Burada kanayan yaralardan biri, maaş meselesi…
İsim vermeyeceğim, ayıp olur, ama Türkiye’de epey işte imzası olan bir abimiz, bana özel bir konuşmada şöyle demişti:
“Türkiye’de zenginlik, çalışanın hakkını vermeyerek olur.”
Bu bir istek değil, durum tespiti. Benim deneyimlerim de bu tespitle örtüşüyor.
Genelde konuşulmayan, bir kısmı da kasıtlı olarak saklanan gerçekleri açık açık yazalım:
Eleman, çalıştığı şirkete, aldığından daha fazla para kazandıran insana denir.
Bunun ispatı açık. Eğer aldığından daha az para kazandırırsa, şirket batar. Artık ortada şirket olmaz. Ayrıca şirketler, kâr amaçlıdır. (Bunu demin de dedik, ama tekrarlamakta fayda var.)
Ortada çok miktarda dinamik vardır. Yani, eleman maaşının ödeneceğine güvenmek ister. Riskler şirket tarafında kalır; yada kalması gerekir. Ama aslında gerçeklik tam olarak öyle değildir. Şirket eleman çıkartabilir veya kapanabilir. Yani riskin tamamen şirket tarafında kalaması illüzyondan ibarettir. Esas olarak, şirketin yapması gerken şey, risk yönetimidir.
Türkiye’de ise, risk yönetimi değil, para götürümü esasına göre çalışır şirketler. Yani para kazanılırsa, patronun cebine girer. Kazanılmazsa ya maaş ödenmez yada çalışanlar kapının dışına gider.
Para götürümü esasına göre çalışıldığının en büyük ispatı, Türkiye’de hiç bir iş ilanında, maaş aralığı bilgisi olmamasıdır. Aslında, buradaki amaç, çalışandan bilgi saklayarak işverenin kendisine avantaj sağlamak istiyor olmasıdır.
Her nerde sizden bilgi saklanıyorsa, kazık yiyorsunuzdur.
Hakkınızı ödememek için, işverenin elindeki en büyük silah, önce sizi konuşturmaktır. Bu oyunu oynama işi de, insan kaynakları bölümüne devredilir. Böylece, olaya büyük bir ciddiyet ve kurumsallık havası gelir. Hatta, buna bu durumu uygulayanlar da inanırlar. Aslında, baştan dezavantajlı olduğunuz bir oyunun içinde bulursunuz kendinizi.
Soyuta gidip sulanmamak için, sayıları söyleyerek anlatacağım meseleyi.
Önce şirket, kendisine bir limit belirler alınacak eleman için. Mesela der ki, “ben yeni mezun elemana en fazla 2500 TL net maaş vereceğim”. Bu sayıyı gizli tutar.
Sonra size sorarlar. “Talep ettiğiniz ücret” diye. Tabi, burada bir de net/brüt oyunu vardır. Yeni mezun adama brüt maaş sorarlar. Siz saf saf “bunun neti ne olur ki” diye sorunca, yanıltıcı cevaplar verirler falan. Net/brüt hesabını aman öğrenin! (Google’a “netten brüte” veya “brütten nete” yazın.) Neyse, yoldan çıkmayalım…
Siz mesela, 1700 TL istediniz. O zaman onu alırsınız. Hatta, “ya tutarsa” diye, 1600 falan diye de teklif gelebilir. Halbuki 2500 TL vermeye de razıydı bunlar…
3000 TL derseniz, size 2500 TL teklifte bulunurlar. 3500 derseniz, hiç teklif alamazsınız.
Yani, onların vereceği miktarı, mümkünse çok az geçerek bir şey söylemeye çalışacaksınız… Altında kalırsanız zarar edeceksiniz.
İşin en düdük taraflarından biri de şu: Bir defa düşük maaşa razı geldiniz mi, o sizi epey bir süre kovalar. Maaş zamları kolay yoldan, “herkese aynı” hesabıyla yapılır. Orantısal olarak düzeltmek çok zor olur. İş değiştirseniz, yeni insan kaynakları, yeni maaşınızı “önceden ne alıyordunuz” ile belirler.
Onun için, güçlenmeye bakın. Yani, istihbarat edinin. Hangi kurum yeni mezuna ne para veriyor öğrenin. İnsan kaynaklarının karşısına öyle çıkın. Düşük maaş yüzünden iş değiştiriyorsanız, maaşınızı düzetlmek için şu çok ileri ve kompleks tekniği uygulayın: Yalan söyleyin. Hiçbir tüccar malının maliyetini açıklamak zorunda değildir. Siz de bu konuda doğru söylemek zorunda değilsiniz. Eğer sonradan arıza çıkarmaya kalkışan olursa, onlara da şunun anlamını öğretin: Caveat emptor. Satın aldıkları şeyi esastan değerlendirmeyi öğrensinler.
Tek şey para mı?
Değil elbette. Para yaşamak için temel şart maalesef. Ama iki mesele daha var.
Düşünülecek şeylerden biri, doğru ve iyi iş yapabilmek. Yani, gireceğiniz işte, ne yapacaksınız, ne öğreneceksiniz ve kariyerinizi ilerletmek açısından iş size ne katacak?
Bunu öğrenmek veya öngörmek çok kolay değil. Burada, en önemli parametrelerden biri, birinci amirinizin kim olacağı. Yani, kimden iş alacaksınız ve kimden izin isteyeceksiniz? İş görüşmesi esnasında, sonda “sizin sorunuz var mı” diye sorarlar ya… İşte orada, “İşe girersem, kiminle çalışacağım?” diye sorun. Hatta mümkünse kendisiyle görüşmeyi talep edin. Görüşme mümkün olursa, çalışma şeklini falan sorun. Eğer o insanla yıldızınız barışmıyorsa, o iş sizin için hayırlı olmayabilir.
Üçüncü mesele de, çalışacağınız yerin, savunduğu değerlerin sizin değerlerinizle örtüşüp örtüşmediği. Mesela ben, spam mail atarak para kazanan bir şirkette çalışmak istemem. Yada, çalışanlarının inanç özgürlüğüne saygısı olmayan bir şirkette de çalışmak istemem. Bunlar sizin ve ilgili şirketin uzun vadede ne kadar verimli bir arada çalışabileceğini etkileyecek şeylerdir. Bunları sormak ve cevaplamak pek alışık olduğumuz şeyler değil Türkiye’de, ama bunları yapmamanın cezası ağır olabilir.
“Bu işin kolayı yok mu?”
Aslında gerçekten kolayı yok. Çünkü, aslında kariyerin başında, sizden çok çok daha tecrübeli insanların kontrolünde olan bir oyuna giriyorsunuz. Üstüne üstlük, bu insanlar hem oyunun kurallarını koyuyorlar hem de sizden çok daha iyi oynuyorlar. Üstüne tüy olarak da, oyuncuların bir kısmı kötü niyetli. Aslında herkesin amacının para kazanmak olduğu bu oyunda, size kariyerinizin baş tarafında gerçek olmayan bir tiyatro oyunu sunuyorlar. Elinizde güç olmadığından, bu ağır perdeyi kaldırıp arkasına bakamıyorsunuz. Halbuki perdenin arkasında, aşağı-yukarı herşeyin mubah olduğu başka bir oyun var…
“Vallahi biz öyle değiliz” diye aşağıya yorum yazacak şirketler, yatırımcılar falan hiç yorulmasın. Yazının muhatabı siz değilsiniz, kariyerinin başındaki arkadaşlar.
Yazı sanırım gelmiş geçmiş en uzun yazılarımdan bir oldu. İşe girdikten sonra başa gelecek meselelere giremedik bile. Artık orasını da başka bir yazıya bırakalım…
Başarılı kariyerler…
Destan der ki
Bir muhabbette yeni mezunlari ise almayla ilgili konusurken Hakan Uygun, “ise giren elemani egitiyorsam onun bana para vermesi gerekir” demisti. Kesinlikle katiliyorum ancak maalesef boyle yapamiyoruz.
Bu lafin bu yazinin altina uygun oldugunu dusundum. Yeni mezunlar 3-4 bin maas isterken belki akillarina gelir.
Yaşar Safkan der ki
Doğru, aynısını ben de sıklıkla söylüyorum. Yazıda net olarak yazmamış olmakla beraber, yazının matematiğinden bu çıkıyor; tecrübeli bir elemanın maaşının yarısı kadar eğitim maliyeti var. Öğrenme esnasında az da olsa iş üretildiğini düşünsek bile; toplamı şirkete maliyet olarak yansır. Yani, işi öğrendikten sonra hemen işten ayrılacak birinden para istemek gayet normal olur.
Aslında, yeni mezunun işyerinden talep ettiği şey, “beni işe alın” değil, “bana yatırım yapın”dır. Beklenti ise, eğitimin ardından, verimli geçecek bir sürenin sonunda, bu yatırımın geri dönüşünün gerçekleşmesidir.
Yani, işi öğrenir öğrenmez (yani piyasa değeriniz artar artmaz) anında başka bir işe geçiyorsanız, size yatırım yapan işyerine sağlam bir kazık atmış oluyorsunuz. Bunu elbette yapabilirsiniz; eğer aksine bir sözleşme imzalanmamışsa. (Bazı şirketler, bahsettiğimiz “informal” için olmasa da, parayla aldırılan şirket dışı eğitimler için, “eğer kısa sürede ayrılırsan, bu eğitimlerin parasını ödersin” tarzı sözleşmeler imzalatırlar. Haksız değiller.) Aslında, çok sayıda eleman bu kazığı attığı için, şirketlerin çoğu gün itibarıyla bu riski almak istemez durumda. Yani kazığı atarak probleme bir taş da siz eklemiş oluyorsunuz.
Madalyonun öbür yüzü de var tabii — elemanı kendi eğittiği için, sonsuza kadar düşük maaştan çalıştırmak isteyen şirketler. Bu da “kazık atan”ların hareketlerini en azından görüntüde haklı çıkarıyor.
Zaten ortada uzun vadeli bir problem varsa, kendi kendini besleyen bir sisteme dönüştüğünden vardır.
Eleman elbette maaş almadan çalışacak değil. Ama sanırım burada “kapalılık politikası” oldukça etkili.
— Gelen geri besleme üzerine ekleme —
Ben yeni mezuna (evet korkmadan sayı söylüyorum) 4500 TL net maaş teklif edilmesini ve ödenmesini sağladım. Gerçekten iş tecrübesi sıfırdı. Ama, bu yatırımı kısa zaman içinde geri ödeyeceğine emindim. Altı ayı doldurmadan, zam ile bu seviyenin de üstüne çıktı.
Yani, nihai getirisinin ne olacağına göre, yeni mezunun maaşı herhangi bir miktar olabilir. Önemli olan, elde edilecek tahmini getiri ile orantılı bir risk alınıyor olmasıdır. Yoksa, yeni mezuna X yada Y verilmez demek veya Z verilir demek, risk yönetimi değil, para götürümü yöntemine girer.
— Gelen geri besleme üzerine eklemenin sonu —
Yoruma cevap kendi içinde yazı haline gelmeden, kapatalım…
Elif T. Kuş der ki
@Destan bu da şirketin aldığı risk.
Dolayısı ile en iyi elemanlar da bu riski alabilecek şirketlere gidecek. Veya az paraya çalışmaya başka şeyler vaadederek ikna edebilenlere.
Ömer der ki
Öğrenciyken yapılan yarı/tam zamanlı çalışmaları, söz konusu maaşa gelince süre olarak saymayan bazı “kurumsal” firmalar da söz konusudur. 2 yıl tecrübeli eleman ararken size bir şekilde ulaşırlar, onlar için uygun olduğunuzu söylerler fakat öğrencilik hayatınız devam ederken yaptığınız 1-2 yıllık çalışmayı yok sayıp “orada 2 yıl görünüyor ama maaş skalası için biz okuldan sonraki tecrübenize bakıyoruz o yüzden bizim gözümüzde tecrübesizsiniz” diyecek kadar küçülen firmalar mevcuttur. “Sizi 2 yıl tecrübeli gibi işe alacağız, çalıştıracağız fakat yeni mezun gibi maaş teklif ediyoruz” sözünü hiç utanmadan, yüzleri kızarmadan söyleyebilmektedirler. İşin kötü tarafı ise malesef bunu kabul eden (ya da kabul etmek zorunda kalan) bir çok çalışan vardır. Bu firmalar ne yazık ki biri kabul etmezse öteki nasılsa kabul eder diyerek elleri güçlü bir şekilde masanın öteki tarafında beklemektedir.
Diğer bir konu olarak da brüt maaş kandırmacasının yanında “elden maaş” uygulaması çalışana en büyük zarardır. Maaşını asgari ücret üzerinden hesabına yatıralım kalanı da elden verelim şeklinde yaklaşan firmaların sayısı yazılım sektöründe azımsanamayacak kadar çoktur. Bu uygulama sadece yeni mezun arkadaşlar için değil tüm seviyeler için cüretkar bir şekilde teklif edilebilmektedir.
Bu konunun bir başka yansıması da “outsource” nam-ı diğer taşeron olarak işe almaktır. Bir İK firması size ulaşır X kurumsal firması için sizinle görüşmek istiyoruz der, bütün görüşmeleriniz X firmasındaki yetkililerle yapılır; her şey anlaşma noktasına geldiğinde sizi Y firması üzerinden bordrolu göstereceğiz orası da sizin maaşınızı asgari ücret üzerinden yatıracak kalanı da elden o firmanın ofisine gidip alacaksınız derler. Üstüne üstlük tüm idari haklarınız da X firmasındaki yöneticinize devredilmiş olup izin vs gibi konularda şirketiniz ile değil direkt o kişi ile muhattap olmanız gerekir. Büyük X firmasında çalışıyorum diyebilmenin aşkına ne yazık ki bir çok çalışan (özellikle yeni mezunlar) bu koşulu da kabul etmektedir. O firmada çalışıyor olmanıza rağmen firmanın sosyal ve yan haklarından minimum düzeyde faydalanabiliyor olmanız, performans değerlendirme döneminde size gerekli değerlendirme yapılıp sonucun kötü çıkması durumunda bu elemanla biz devam etmiyoruz denilmesi ve çalışanın işten çıkarılması durumuyla karşılaşmak çok da olasıdır. Yine aynı değerlendirme sürecinde sonucun olumlu olması durumunda ise “kadrolu” çalışanlar prim, terfi vs gibi somut ödüller alırken, taşeron olarak çalışana çok büyük bir lütufmuşcasına “tamam sizinle bir yıl daha devam edebiliriz” şeklinde sözde ödülü verip güçleri hala ellerinde bulundurarak sizi sömürmeye köleleştirmeye devam ederler.
Sözün özü : Bunca sömürüye rağmen yeni mezun kaçmasın da ne yapsın? Yeni mezunun bir şeyler öğrendikten sonra daha iyi şartlar teklif eden firmalara kaçması böyle sömürücü firmaların yaklaşımlarına göre bence daha masumane. Hatta bana kalırsa yeni mezun için, “kaçma” konusunda çalışma hayatındaki “ergenliği” tamamlamamış olduğu için suçsuz bile diyebiliriz.
Yaşar Safkan der ki
Benim biraz da yorulmaktan başka yazılara bıraktığım pek de doğru şeyler bunlar. Sondaki, “çalışanın yaptığı masum bile sayılır” yorumu da doğru. Tam anlatamadığım şey şu olmuş: Burada tam bir “Prisoner’s Dilemma” problemi yaşıyoruz. Yani her iki taraf da bencil davrandığında (ben elemanı sömürürüm/denk getirdiğimde kaçarım) sonuç iki tarafın da kaybettiği, zarar gördüğü durum oluyor. İki taraf da iyi niyetli olsa, iki taraf da kazanacak — işveren daha rahat para ödeyecek, çalışan da çalıştığının karşılığını alacak. Ara durumlar stabil değil. Yani biri ötekini kazıklamaya kalkınca sonuç herkes için hüsran oluyor.
Çözümü, oyun teorisi getirdi ve basit:
“İyi niyetle başla, sonra karşındakini taklit et.”
Eleman için tek söylemeye çalıştığım, “iyi niyetle başla”. Çünkü bunu yapmazsak, karşımızdakinin iyi niyetli olduğu nadir durumları da yok etmiş oluyoruz. Bu, karşındaki seni silkelerken iyi niyeti devam ettir demek değil elbette.
Anil Özselgin der ki
Yazidaki yazilimci gecen yerlere her hangi bir meslegi yazip o alan icin gecerli bir yazi üretebiliriz. Genel olarak bütün sikintilari anlatiyor. Babam da trikotaj atölyesinde calismaya basladiginda cok az para aliyormus, makineyi ögrenebilmek icin baya ucuza calismis, sonra da iyice ögrenince isi degistirip 5 kati maas almaya baslamis (1970 civari).
key der ki
Öncelikle yakında mezun olacak biri için, her zaman duyamacağımız, herkesin anlatmayacağı şeyler hakkında açıkça yazdığınız teşekkür ederim.
Yazılım alanındaki yöneticilerin ve şirketlerin daha tutarlı insanlar olmasını umarken, tipik esnaf davranışlarını aşamamış olmalarına şaşırdım.
“Düşük maaş yüzünden iş değiştiriyorsanız, maaşınızı düzetlmek için şu çok ileri ve kompleks tekniği uygulayın: Yalan söyleyin. Hiçbir tüccar malının maliyetini açıklamak zorunda değildir. Siz de bu konuda doğru söylemek zorunda değilsiniz. Eğer sonradan arıza çıkarmaya kalkışan olursa, onlara da şunun anlamını öğretin: Caveat emptor. Satın aldıkları şeyi esastan değerlendirmeyi öğrensinler.”
Bu kısmı açıkçası pek anlayamadım? Ne için yalan söyleyeceğiz? Eski maaşımız?
İyi bir okuldan mezun olacaksak, kredisi yüksek bir ödül geçmişi var ve akranlarınıza kıyasla bilgide de önde isek; Türkiye’de “çalışılabilir” yerler yeterince bulunabilir mi? Yoksa doğrudan yurtdışında iş aramaya mı başlamalıyım? Stajımın birini Almanya’da çaycılıktan fazlasını içerecek şekilde yaptığımdan, orada elde ettiklerimle sanırım biraz daha rahat yurtdışı işi bulabilirim.
Bir başka merak ettiğim şey stackoverflow puanımın, github hesabımın kariyerime etkisi olur mu?
furkan der ki
hocam sizi bu yazı ile tanıdım biyomedikal mühendisliği son sınıf öğrencisiiyim. keşke böyle sizin gibi bir işverenim olsa 🙂
Yaşar Safkan der ki
İsmini Vermek İstemeyen Seyirci:
Yalan söyleyin açıkça şu demek: Maaşınızı abartın. Kendinizi kaça satabileceğinizi düşünüyorsanız, onu eski maaşınız olarak söyleyin.
Bilgi ve teknik üstünlük yoluyla para kazanılsa, benim şimdiye Pasifik’te adam olması gerekirdi. Yok.
Herhangi bir özgeçmiş ile, Türkiye’de “çalışılabilir” yer bulmak, biraz şans işi. Yurtdışı iş bulma ve yapma ihtimali varsa, bunu tez elden değerlendirmekte büyük faydalar vardır. Yabancı memleketin sokağında yürümek bile işe yarıyor; üç-dört yıllık bir yurt dışı çalışma tecrübesi, insanı akranlarından epey ileri taşıyabilir. O da yedi-sekiz yıla gelince, “biz artık bu adamı memnun edemeyiz” düşüncesiyle değişiyor. Ondan sonrasında ne olacağı çok özelleşmiş vakalara denk gelir, genel-geçer yargıları aşar.
Stackoverflow puanı ve github hesabı, artık ne yaptığını bilen şirketler tarafından değerlendirilebiliyor. Dolayısıyla, bunların faydalı olma ihtimali var.
Daha modernize olan yerler, işe alırken daha ayrıntılı teknik iş görüşmeleri, coding challenge’lar falan da kullanıyor.
Yaşar Safkan der ki
furkan:
Türkiye’de zenginlik, çalışanın hakkını vermeyerek oluyor ya…
İşte tam o sebepten bana tam olarak “işveren” demek mümkün değil. Kıytırık (butik demem gerekiyormuş) bir şirketimiz var hâlâ.
İBRAHİM der ki
GOOD
B. Kılıç der ki
Hocam sizi intertechden tanıyorum. Buradan düzenli takip ediyorum.
Klişeden uzak ve işe yarar bilgiler ve deneyiminizi paylaşmıssınız.
Çok teşekkürler..
Hasan Yasin Türkyılmaz der ki
Yazı gerçekten çok güzel. 3-5 katı daha olsa okurdum o derece. Teşekkür ediyorum.
Muhammed Said ÜNLÜ der ki
Ellerinize sağlık, yazı ve yazı niteliğindeki yorumlarınız gerçekten kıymetli bilgiler içermekte bunları bizlerle paylaşmanız da ayrıyeten takdir edilmesi gereken bir husus.
the müdür der ki
Subhanallah hocam, ibretlik bir paylaşım olmuş.
key der ki
Overqualified sorunu okuduğum kadarıyla gelişmekte olan ülkelerin hepsinde yaşanıyor. En mantıklısı sürekli batıya doğru gitmeye devam etmek gibi görünüyor.
Bilgi ve teknik üstünlük yoluyla para kazanamamışsınız. Sebebi nedir? Dolandırıcılık leveline ulaşabilmiş pazarlamacınızın olmamasından mı? Dürüstlükten mi? Ya da varsa çalışanlarınıza adil dağıtım yapmanızdan mı? Neden bilginizi paraya dönüştürmekte zorlandınız?
Ne yaptığını bilen şirketler demişsiniz. Türkiye’de bu şirketlerden yeterince var mı? Ben pek göremedim. Bizim medyamızda da şirketlerin çalışma ortamlarına dair detaylı haber, ısmarlama haberler dışında yapılmıyor. Birçok yerli yazılımcıyı takip etmeme rağmen, çalıştıkları şirketler hakkında olumlu/olumsuz tek yazısını-tweetini göremiyorum.
Public ortamlarda övülen görebildiğim tek şirket Rocket Internet’ti. Onlar da gittiler. Dediğiniz “ne yaptığını bilenler” sınıfına sahibinden, yemeksepeti, MicrosoftTR gibi şirketler girer mi? (Geçenlerde denk geldiğim, Türkiye’deki çalışılabilecek en iyi yerler listesinde varlardı.)
Boşcu der ki
Muhendislik basta olmak uzere genel olarak diger meslekler de enflasyona ugradi. Hep ondan bu kavga… 2015’te 150’nin ustunde universite olmasaydi basimiza bunlar gelmezdi. Gelinen noktada ekonominin temel prensibi calisiyor: arz-talep..Herkese bol sans! (Nasil olcaksa bilmiyorum ama)
Mehmet der ki
Bir nefeste okudum. yorumlar da dahil… elinize sağlık…
teyyub der ki
Xosum geldi
Kerem der ki
İşe giren elemanı eğitiyorsam onun bana para vermesi gerekir?
Oo, sert. Şunu kabul etmeliyiz ki para söz konusu olduğunda oldukça aşağılık olabilen bir kesim var. Bahsettiğiniz patronlar (sözüm ona Hakan bilmem ne her kimse) o kadar dürüstlerse maaşlarda eşitlik ve şeffaflığı sağlayan dünya üzerinde de geçerli yöntemlerden birisini uygulasın.
Ben yaptığım işin şehirdeki en iyi ismiysem ve anlaştığım ücretin 75%i veriliyorsa ilk aydan; hiçbir patron çenesini açmasın.
Erdoğan Mutlu der ki
15 yıllık yazılımcılık hayatım var . Anlatılanlar harfiyen doğrudur. Hep bildiğim şeyler fakat yazıyı okurken çok keyif aldım. Ağzınıza sağlık.
YUSUF ÇAKMAK der ki
Hocam ağzınıza sağlık.
Hibrit Usta der ki
Ellerinize sağlık,bilmeyenler için farkımdalık olma adına yararlı bir yazı olmuş.
küllük der ki
uyarı : ağır itiraf içerir.
11. yılını bitirmek üzere hali hazırda çalışan bilişimciyim. Yazıyı büyük keyifle okudum. Yazı noktasına virgülüne kadar doğrudur. Benzer taktikleri kullanmayı öğrenerek IT yöneticiliğine yükselmiş durumdayım. (buraya keyifli sırıtma gelecek)
11 yılı her zaman yazılımcılık ile geçirmedim. Sürüngen olarak başladım, Fakat olacaksak kralın soytarısı olalım diyerek yabancı bir firmada en alttan ve bahsedildiği gibi aracı bir türk şirketi ile çalışmaya başladım. Tersine mühendislik, ihtiyaç analizi ve raporlama işi idi, ve büyük bir sirkin kapısından girmek üzere olduğumdan habersizdim.
2 sene içinde işlerin 2 – 3 kişinin elinde yürüdüğü saçma sapan bir düzenin içinde olduğumun farkına vardım. Türkiye’de 20 den fazla şirkete 30 civarında mülakata gittim sırf tiyatroda pratik yapmak için. Oradaki sirklerle içinde bulunduğum sirkin o kadar da farklı olmadığını gördüm ve vaz geçtim. Bu arada ürünler elimizden sinek gibi geçiyordu. Ne kapabilirsem kapmaya bakıyordum. Saçma sapan teknolojiler biri geçip biri giderken daimi staj modunda herkesi kopyalamaya başlamışım farkında değilim. Habire iş kopyalıyorum, şahsi Confluence örneğimde notlar tutup ilerliyorum. Bir yandan da kaçınılmaz olan gerçekleşiyor ve etrafımdaki insanlar birer birer işten çıkarılıyor. Bu arada aracı firma kapatılıyor, maaş artışı, ilerleme, yükselme adına ne derseniz deyin, gerçekleşiyor.
Sekizinci senedeyim, yaptığım işi yaparken öğrenmeye çalışmayı asla bırakmadım ve artık sadece parasıyla elimi öpenin işini yapıyorum. Kiracı değilim. Open repolarda kod kommitlediğim görülmedi. Soru soranı sevmem, zinhar cevap da vermem. Sorun çıktıysa çözer, yoluma bakarım. Mesaide bir şey öğrenmeye çalışmıyorsam mutlaka sorun çözüyorumdur. Cinsel çekime, arkadaşlığa, kıla yüne tüye inanmam, haz da etmem. Konu işimle ilgiliyse herhangi bir şeyi paylaşmam, bundan da gocunmam.
Teşekkürler.